Kalbin aynası. Tıpkısının aynısı. Ne katı ne de sıvı. Sanırsın bir kayısı. Oysa ne sarı ne de kuru. Bazen yaş, üstündeyse kaş. Bilmece gibi oldu tarifi biraz, ama adresi de baş. Evet kesin olarak söyleyebileceğimiz tek şey belki de bu, başta olması. 2 tane oluşu bile genel tanıma giremez, çünkü bilinir ki herkes göremez. Gördüğünü sanan bizler bile göremiyorken çoğu şeyi. Bu çok iddialı bir tanım olur. Alışkın olunan sayısı öyle diyelim ve asıl konuya gelelim. Gözden çok, işimiz yaş. Ucu açık bir konu. Ama biz o kadar uzatmayalım. “Gözler yaşarır, yaşardıkça yaşatır” deyip devam edelim.
Yaşardıkça yeşertir de aynı zamanda, umutları. Temizler sanki tüm bedeni ve ruhu. Damlalar haline gelir bazen, boğazda düğümlenen kelimeler. Ses olarak çıkamaz da göz çukurunda hapsolur. Pınardan da kendi bir yol bulur, ıslatır yanakları. Bu aslında, duyguların dışa vurumu. Bastırılmış seslerin yağmuru. Sahi kim bunun doktoru? Pınardan yanaklara akar gider kaybolur, emilir deriyle tekrar. İçsel değerlendirme baş gösterir, anlarız ki bu yaşlar ruhun direnç serumu. Peki nasıl değerlendirilir bu göz yaşı tahlilinin sonucu? Boş yere miydi ki onca acı?
Kişi kendinin doktoru, göz ise ruhunun. Sıkıntıdayken ağlar, böylelikle aklanır akıllanır ve can suyu olur umudun. Rahatlar insan ama sen boşver, ağlayanı güçsüz san…
Muhammed Fatih Bisen