Eskiden yaşam o kadar zor değildi. Köylü köyünde, şehirli şehrinde yaşardı. Herkesin evi ve işi tek yaşamdı. Dünya daha bir küçüktü. İnsanların birkaç dostu olurdu ama dostlarıyla beraber hitap ve muhatap bir haldeydi. Ama bugünün sanal dünyasında bire bir sabit dostluklar kalmadı. Dostlarla beraber çocuklar da değişti. Çocuklarımız da artık...
VAKİT BU HAYDİ! Ali Rıza Navruz …. Her bir pârem sanki birbirine vurgun gibi bu mevsim. Kendi dünyamın yalnızı mıyım, yıldızı mıyım şu an bilmiyorum. Senin ipek yollarından geçen kervanlar ruhuma navruz dikiyor bak. Elini ver de elime, diline çiçek değsin… Ben şairim; “ağlarım ağlatamam/hissederim söyleyemem”… Her pâremi sorma emi,...
Anadolu’da üniversiteleri dolaşıyoruz. Her üniversite savaştan çıkmış gibi… Savaştan çıkmış üniversiteler sadece taş bina vasfında… Profesörlerimiz de bilimin perhizi içinde… Olmayan ilime ve bilime karşı sevgi saygı da bitmiş… Endişe içindeyiz… Üniversiteler, boş geçen günlerle kan kaybetmeye devam ediyor. Çırpınış ve feryadımız bilimle ilmin yokluğuna… Kaybolan ilimle üniversitelerimizin kapıları adeta...
Altmışlı yıllardı. Dağdaki evimizde henüz bir lüks lambamız yoktu. Sabah ezanında tütün kırmaya gider, sıcak bastırınca eve getirip dizer, akşamüzeri yine göz görene kadar tütün kırardık. Kırsaldaki mütevazı yaşantımızda sıradan bir lüks lambası bile, bize lükstü demek ki. Yeterli aydınlatma aracımız olmadığı için de geceleri çalışmazdık. Dolunay olan birkaç gece...
Önüm karlı, yollar kapalı, Arkada izler benimki hepsi, İzime dökülen tatlı dert, Dökülen de aşk hepsi Derdim başka o da en iri, Derdim Karacaoğlan’ dan kalma, Onun işi gücü aşk, ona değil dert, Bana niye bu kadar sert, Vuslat ve hasret, Bırakın kaybolayım hava da sisli, Arayıp bulmak niyetim, Bulmamak...