Ziraat Fakültesinde okuduğum yıllarda ülkemizin mera durumu, kaba ot kaynakları, hayvan beslenmesi konularının önemi hakkında aklımda kalan en etkili söz Hocamızın ısrarla tekrarladığı, 1954 yılında dönemin tarım bakanı Nedim ÖKMEN in et sorunu için “Et Meselesi Ot Meselesidir” sözü olmuştur. Bu sözü ile çayır ve mera alanlarımıza sahip çıkmamızın önemini vurguluyordu. Ne zaman, sene 1954’ de.
Sivas, Selçuklu Devletinin izlerini taşıyan, Anadolu Medeniyetinin ve kültürünün en güzel renklerini görebileceğiniz, Sivas Kongresi ile Millî Mücadele ruhunu yaşatan, Aşık Veysel in sadık yâri olan kara toprakları ile ülkemizin yüzölçümü olarak 2. Büyük ili ve benim ilk görev yerimdi.
Gökyüzünün cam bir terası andırdığı, güneşin toprağa en sade ve yalın haliyle vurduğu, serinliğin insanı dinlendirdiği bir bahar sabahında, yem bitkileri kontrolü için Gürlevik Dağına doğru, Kızıl ırmağın üzerinden, küçük kerpiç evlerin olduğu köylerden, yeşermiş yaylalar içinde, yaşanmış hikayelerini dinlediğim mezralardan, uçsuz bucaksız bozkırdan, yaylalardan, bir ilkbahar sabahında sonsuz hayaller ve düşünceler ile gidiyordum.
Gürlevik dağının eteklerinde neredeyse tüm nüfusunu göç vermiş köylerde durduk. Köylerde yaşayan son üreticilerden birkaçının arazisinin kontrol ve denetimlerini yaptık, en genci 50 li yaşlarda idi ve daha genci yoktu…. Geniş bir ovadan arkama baktığımda gökyüzüne bir yumruk, bir mızrak gibi saplanan Gürlevik Dağı vardı… Yolculuğumuza devam ettik, öğle saatlerinde bir köye geldik.
Burada ki tek üretici, yaşayan tek ev, aynı zamanda da köyün muhtarıydı. Tüm gidenlere rağmen gitmemeyi tercih etmiş, olanca gücü ile atalarından kalan ve göç edenlerin topraklarına sarılmış, sanki sonunda nasılsa bu topraklar benim evim olacak der gibiydi…. Arazi tespitlerinden sonra ovadan biraz yüksekte bulunan evinin önündeki büyük söğüt ağacı önünde buz gibi doğal Anadolu ayranı ikram etmişti. Yorgunluk, öğle sıcağı üzerine bu dinginlik bize bir sessizlik vermişti. Söğütün gölgesinde, Sivas’ın yaz serinliği ve soğuk ayranı bizi dinlendirmişti… Ve sessizliği muhtarın hoş sohbet, o topraklarda gayet farklı görülen marjinal dünya görüşü ile başladı anlatmaya,
Arkadaşlar şu karşıda gördüğünüz tüm köyler aslında biz bir aile olarak çok geçmiş zamanlarda göç etmişiz bu topraklara. Herkes tutmuş bir köy. Biz aslında bir aile, bir soy. Benim çocukluğumda bu geniş mera bu köylerin ortak malıydı. Şimdiki gibi değil tabi, köylerde nüfus var, genç var, çocuklar var, hayat var ya hu üretim var, bu meranın üstü olağanca hayvanlarla dolu, eti, sütü, peyniri…
Üretiyoruz anlayacağınız! Şimdi bir de şu karşı mezarlığa bakın. Hepimiz o tarafa bakıyoruz ama neden baktığımıza bir anlam veremiyoruz. Muhtarda bir gülümseme… Aha işte o mezarlıkta yatanlarla ben buradan bazen gülerek konuşur, boşa gittiniz canlar derim.
Meğer geçmiş zamanlarda meranın otlatılması için büyük kavgalar çıkar ve her sene aynı soydan gelen yani akraba olan köyler arasında çıkan kavgalarda ölümler olurmuş.
Muhtarın evinin önünde büyük birkaç traktörü, ot biçme ve balya makinaları vardı. Muhtar, bakın görüyorsunuz şimdi kimse yok artık gelenlerde azaldı, yaşlılarda ölürse gençler buralara asla gelmez, şimdi bile gelmiyorlar. Görüyorsunuz eskiden hayvanlar vardı ot yetmiyordu şimdi ottan insan geçmez ama ne insan kaldı ne de hayvanlarımız. Bu merayı bir ay biçiyorum, kurutup, balya yapıyorum. Malatya ya, Diyarbakır a satıyorum. Bu uçsuz bucaksız meraya bakınca siz ne görüyorsunuz, yeşil ama bende yeşil görüyorum. Ama sizin yeşilden değil. Benim ki “Bencamin” in olduğu yeşilden. Kahkahalar atıyoruz…
Dağların kıyısından, Kızıl ırmağı besleyen akarsuların sesi ile görev dönüşü eski emektar yeşil arazi aracımızın camından manzarayı izlerken, gözlerimin önünde tarihin geçmişi ve bugünü arasında aklımdaki sorular ile gidiyorduk.
Et meselesi ile hala uğraşıyoruz. Ben o köyde içtiğim ayranı hiçbir restoranda, gurme şarküteride, pahalı ücretlerde bulamadım. Ve yıllar sonra bugün, toprağımızı bırakıp göç ettiğimiz büyük şehirlerde, insana yaşam imkânı vermeyen betonlar arasındaki yaşamamıza ne zaman son vereceğiz. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi toprağımızla ne zaman barışacağız. Ne zaman onu sadık yârimiz gibi göreceğiz. Bu anlamda Tarım ve Orman Bakanlığının mera ıslah projeleri hayati öneme sahip ve çok güzel örnekleri de mevcut…
Evet ben yeşili gördüm, ben insana iyi gelen, insana insan olduğunu hissettiren yeşili gördüm, umarım hep birlikte yeşilin hâkim olduğu şehirleri, yeşilin üzerinde tesis edilen hayvancılığı da göreceğiz…
Kerim KILINÇ
14.03.2022
Saat: 10:55
Bandırma/ BAKAEM