Bir gece ansınız geliverdiğinde annesi henüz yedi aylık yüklüydü. Erken doğmuştu. Eli ayağı, kaşı gözü yerindeydi de, pek nur topu gibi sayılmazdı. Elinize aldığınızda üst taraftan başı alt taraftan ayakları görünüyordu. El kadar bir şeydi işte. “Fazla yaşamaz bu!” deyip, babasını defin malzemeleri almaya yolladılar. Kimsenin aklına bir isim koymak gelmemişti.
Biz ona süt diyorduk ama aslında anne sütü gerçek bir yaşam iksiriydi. Süt dediğin ineklerde olurdu zaten. Minik bebek erken doğduğu için oldukça mariz bir bebekti. Zayıftı, çelimsizdi, nazlıydı. Ama öyle kolay pes edecek gibi de görünmüyordu. Annesini emdikçe canlanıyor, canlandıkça hayata daha çok tutunuyordu. Ona “Nazlı” adını koydular.
Henüz on altı yaşında bir çocukken evlendirilen annesi, on altı buçuk yaşında anne olmuştu. Ingıraz bir bebeği vardı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de teze gelinden hizmet bekleyen kocası ve evin büyükleri vardı. Ne evlendiğinden, ne hamileliğinden ne de anneliğinden bir şey anlayabilmişti. Şimdilik hissettiği tek şey üst üste gelen acılardı.
Haftalar ayları, aylar da yılları kovalıyordu. Nazlı Bebek annesi sayesinde, annesi de Nazlı Bebek sayesinde hayata tutundu. İkisi birlikte büyüdüler. Nazlı’nın zayıf çelimsiz hastalıklı hali pek değişmedi. Havadan nem kapar, soğuktan sıcaktan hemen hasta olurdu. Okula başladığında ufacık bir kızcağızdı. Arkadaşları “Kuş kafalı” diye onunla dalga geçerlerdi.
Nazlı sınıfın en ön sırasında oturur alağaz arkadaşlarına aldırmadan derslerine dört elle sarılırdı. Sınıfın en çalışkan öğrencisiydi. O minik kafanın içerisinde zehir gibi çalışan bir beyin vardı. Sınıfını her yıl birincilikle bitiren Nazlı ilkokul, ortaokul, lise derken üniversite kapısına dayanmıştı.
Tek bir hedefi vardı. Tıp doktoru olacak çocuklara ve annelerine şifa dağıtacaktı. O, hem kendisinin hem de annesinin sorunlarıyla birlikte büyümüştü. Zor bir hayatları olmuştu. Belki artık annesinin kaderini değiştiremezdi ama başka annelerin ve çocukların hayatlarını değiştirecekti. Yapılacak çok işi vardı. Onun için acele etmiş, erkenden dünyaya gelmişti…
Erkenden dünyaya gelmişti ama bir kadındı. Ülkemizde her yıl cinayete kurban giden yaklaşık üç yüz kadının da şüphesiz buna benzer öyküleri vardı. Hatta kim bilir bazılarının bakmakla yükümlü oldukları çocukları veya aileleri vardı.
Hiç kimsenin hayatı diğerlerininkinden daha az değerli değildir. Lütfen herkesin yaşam hakkına saygı duyalım. Sevgilerimle…
Necati KÜÇÜK