SÖYLEME BİLMESİNLER
ŞERMİN YAŞAR
200 SAYFA
İkimizinde de derdi birbirimizle değildi. Başka bir şeyin kavgasını veriyorduk biz.
Yıllar önce yeğenimin kitaplığından ödünç alıp okuduğum “Dedemin Bakkalı” kitabı ile tanıdım sayın Şermin Yaşar’ı. Çocuk kitapları yanında büyükler için yazdığı “Deli Tarla”, “Tarihi Hoşça Kal Lokantası” gibi öykü kitapları ile devam etti tanışıklığımız. Yazarlığı dışında, Ankara’da hayata geçirdiği iki müze var ki bunlardan ilki; Türkçe’ye, Türkçe’nin varlığına dair çalışmaların yer aldığı ve Dünya’da bir ilk olan “Kelime Müzesi”. Diğeri de henüz ziyaret etme şansı bulamadığım “Anne Müzesi”. Bunca harika çalışmasına birde roman ekledi sayın Yaşar ve müthiş bir hikaye ile buluşturdu bizi.
Bir aile hikayesi “Söyleme Bilmesinler”. Birbirine sımsıkı bağlarla bağlı görünen bir aile üstelik bu. Anne, baba, üç erkek kardeş (Emin, Ethem, Ekrem) ve eşlerinin (Hülya, Nurten, Sevgi) hikayesi ama ne hikaye. Herbirinin öyle yaraları var ki anlattıkça çözülüyor o sımsıkı bağlar. Aile birliği, aile sevgisi gibi görünen ilişkiler, sırlar yumağına dönüşüyor herbir kahraman konuştukça.
Hiçbirine haksızlık etmemek adına bahsetmeyeceğim bu yaralardan izninizle. Ama anne-babaların evlatlarının omuzlarına yükledikleri sorumluluklar, vicdan azabının yıllar geçtikçe ağırlaşan etkisi, sıradan gibi görünen evlerde yaşanan dramlar, hüzünler ilmek ilmek işlenmiş satırlarda. Son sayfayı kapattım ve “vayyy be, ben ne okudum” dedim. Gerçekten çok, çok beğendim. Kesinlikle tavsiyemdir, mutlaka okumalısınız bu hikayeyi.
Yalansızız artık. Hala birkaç sırrımız var. Ama yalansızız.
Evlenip aynı çatı altında yaşıyorlar diye karı koca olur mu insanlar ? Aynı ana babadan oldular diye birbirlerine sahiden kardeş olur mu çocuklar? Yıllar kalbini dağlasa da içlerindeki o kor söner mi âşıkların? Her şeyi aşikâr olanların sakladıkları sırlar daha mı çoktur?
Benim kimsem kim peki?
Neşe bulaşıcıdır falan diyorlar. Yalan. Neşe kolonya gibi bir şey. Dökünüyorsun, o an ferahlıyorsun. Sonra uçup gidiyor burnundan, elinden, üzerinden. Kasvet öyle değil ama, zamk gibi, bulaşıyor ve dokunan herkese yapışıyor.
Çok bilmek hiç iyi bir şey değil…Hiç.
Olduğum yerde olmak istemiyorum ama olduğum yerden çıkıp gidemiyorum da. Evde olmak istemiyorum ama her akşam eve dönüyorum. İşte olmak istemiyorum ama her gün işe gidiyorum. Hiçbir yere ait hissetmiyorum kendimi. Hiçbir eve, hiçbir aileye, hiçbir topluluğa.
Kim kimin derdini biliyor ki sanki? Benimkini soran mı vardı? Bana bir kişi bu kadar, bu yaşıma kadar sen neden böylesin diye sordu mu ki. Görünürde iyi, evim var, işim var, karım var, çocuklarım var, ailem var, param var… E niye mutsuzsun be Ethem, nedir sende olmayan, neden bu içindeki keder diye kimse sormadı.
Zenginin zengin diye derdi olmaz. Fakirin fakir diye. Gencin genç diye. Yaşlının yaşlı diye. Kime hak lan bu dert dediğiniz şey? Niye sormuyor kimse birbirine derdini?
İnsan böyle bir şey. Nerede, hangi yaşta olursa olsun, kabuğunu kırıp içine baksan içi cılk yara. Yarasız, dertsiz, sırsız insan yok da, işte kimisi üstünü iyi örtüyor.
Yeter bildiklerimiz be Ethem, çok bilmek de iyi değil. Söyleme bilmeyeyim…
LÜTFEN KİTAP OKUYALIM!!!
Arzu ORTAÖREN