DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Salı Az Bulutlu
19°C
Çarşamba Az Bulutlu
20°C

ŞİİRDİR PINARDAN ÇAĞLAYIP AKAN III

ŞİİRDİR PINARDAN ÇAĞLAYIP AKAN III

Mısraların uzantısında bir kitap…

“ŞİİRDİR PINARDAN ÇAĞLAYIP AKAN III”” (Yücel Ipek- D: 1940)

Ali Rıza Navruz

Bir pembe ufkun esrarlı havasında gelip oturdum bu çağlayanın başına… Bu birikim hangi seyr-ü seferin sonucudur? Merakım buydu…

Zamanı; mâzi- hâl ve istikbal parçalarına bölmek bir şair için zor mesele… Geçmişten bir şeyler katmadan an’ı yaşamak mümkün mü? Ya da an’ı yaşarken gelecekle ilgili düşlerden uzak kalmak?!.. 68 yıllık bir ömre, bir birikime yine de farazi bir çizgi atmış şair Yücel İpek: “Senden Sonra” Yani milâd! En azından bu kitap için…

Duyduğu, gördüğü, belki de yaşadığı efsanevi aşklar sonrasında gönlü yorulmuş, kalbi kırılmış da olsa; o ulvî, asil aşkların özlemindedir şair. “Ayrılış demlerinde o hazin vedâ hani” dizesiyle vedâlarının bile özlemindedir.(S:7)

Sanırım o ağır başın derd-ü belâsı çoğaldıkça, “şiirli bir yıl” adını almış 2000 yılı. Bu yılın bir diğer adı da “zehirli yıl…” Zira hastası tedavidedir o yılın bayramında. Bu durum bakın şairimizi nasıl dillendirmektedir:

“Her şey yine aynı değişen rakam.

Saltanat sürmede yine hüzün gam.

Hastası tedavide yine bu bayram,

Ne zehirli bir yıl imiş 2000″ (S:8)

Ömürde hitam düşlenebilir şair yüreğinde. Hatta zaman; “Ömürden her yaprağı/bir bir tutup yoluyor” olabilir. Bütün bu şartlarda dâhi gönlü; gelincik vâri incecik, goncacık, gencecik güzelin kokulu sümbül saçlarında takılıdır hep:

“Bu gün gonca, yarın güldür.

Dili şakıyan bülbüldür.

Saçı kokulu sümbüldür,

Aşk bağında gencecik kız” (S:10)

Kadınsız bir dünya ve bir şair!.. Düşüncesi bile galat… Çünkü kadın bir yerde “anamız, bacımız” diğer yerde “cana minnet, yuvaya cennet” ve dâhi Yücel İpek’in gönül diliyle: “Onsuz geçen hayat sebeb-i cinnet/tir…” (S:12)

Ve Tanrı önce kadını yarattı mı ki?.. “Ana Dili/yle /Ana Hakkı”nı teslim eden şair bu noktadan sonra tekrar gönül bezmine dönerek bir bey kızı yaylasında oralı olmayan, garip bir aşık olur… Kavalının ezgisi, yüreğinin sezgisi bir Serenat’tır artık:

“Sen bir bey kızısın, körpe bir kızı;

Hasbel kader bir çobanın arzusu.

Her aşık çeker mi ettiğin nazı?

Gözlerimden akar inci diziler.”

Bir yangın harmanı yüreğin sesi karşı kıyılarda yankısını bulur:

“Beybabam vermezse sen kaçır beni.

Al terkine dağlardan uçur beni.

Ninni söyle kendimden geçir beni,

Destanlaşsın Alp erenler, gaziler”(S:16)

Bir soluk önce dağ başında, elde kaval sürü güden şairimiz bu kez “Dâvâsı, kuru cihan kavgası” olmayan bir gâzidir; Osman Gâzi…

Tebâsına adâleti emretmek onun görevi değil de nedir ki:

“Sakın zulüm cihetine meyl’itme,

Adâlet bağından taşraya gitme” (S:17)

İşte bu uğurdadır bütün akınların sebeb-i âlîsi şairimizce… Akın sonu mu? Yine şairimizin sözlerine kulak verelim:

“Akına katılan her baba yiğit,

akın sonu; ya gâzidir, ya şehit”(S:19)

İçimizin dirliği, Avrupa’nın Birliği ile ne hâle gelir, oynanan bu oyun neleri alır götürür bizden… Elbette ki bunun da kaygısı taşınır Avrupa Birliği isimli şiiri ile… İşkenceye karşı ölümü yeğleyen Kosovalı mazlumlar unutulur mu hiç şair yüreğinde… Onların dili olan şair şöyle seslenir:

“Anneciğim şurama saplandı müthiş sancı.

Açma dindireyim… Sar beni, ısıt beni.

Yıldızlar ürkek, titrek, uzak, soğuk, yabancı;

Dehşeti unutayım ne olur uyut beni…” (S:21)

Sonra; “Afganlı Çocuğun Feryâdı”nı, Filistinli Kardeşlerin çilelerini Avrupalı “Sağır Sultan”lara duyurma çabasındadır şair. “Bağdat Gibi Diyar”ı harâbeye çeviren Birleşmiş’lerin vicdanını resmeder mısralarında…

“Kars’a Sesleniş”te Doksan Üç Savaşı’nın en kanlı sahnelerinin bu yöremizde nasıl sahnelendiği hatırlatılırken bizlere, Sivas, Şarkışla, Sivrialan, üçgeninde aşık Veysel aranır durur…”Sıla gibi diyar” sözü aşağıdaki mısralarda seslendirilir:

“Köyümde horozlar pek yanık öter.

Tavuklar, civcivler gözümde tüter.

Tahammül kalmadı gurbetlik yeter,

Salıver de doktor gideyim gayri” (S:29)

“Akşam Bulutları”ndan bazen bereketli yağmur taşır yeryüzüne. Bazen de onların hüzün yüklü bir garip olduğu düşüncesine kapılır şair duyarlılığı ile… Rüzgârların önünde sürüklenen şen gülüşlü bulutlara şöyle seslenir:

“Dur durak bilmeksizin gidersiniz meçhûle,

Gidin de yine dönün, yol açık, güle güle” (S:33)

Bin bir duygu, bin bir düşünce olsa da, uyku; hatırlanmayan şeylerden biridir şairimizde. Günün kuşkusu, geleceğin endişesi, insan denen acayip yaratıkların vurdumduymaz hâli bir sızıdır hep dillenen:

“Gelecek bilinmez, dipsiz bir kuyu…

Yüreğimden atamadım kuşkuyu.

Terk eyledim geceleri uykuyu,

Uyku neydi, ya düş neydi unuttum.”(S:34)

Sahibinin sesi bir taş plakta, daha doğrusu “Taş Plaklar Arasında” Türk müziğinin makamlarında gezdirir bizleri şair… Bu ses ne? Sorusunu soran bu günkü pop gençliğine şu beyitle cevap verir:

“Mâziyi uyandırıp canlandıran bu ses ne?

Bu gün birer antika, eşsiz birer hazine”(S:37)

Bizi anlayabilmenin yolunun Musikimizden geçtiğini ah bir anlayabilsek!.. Hacı Arif Bey’in “Yetiş ey gamze yetiş imdâde” çağrısını bir hissedebilsek yüreğimizde…

Kapı tak tak vurulur ve ardından bir soru cümlesi dökülür dudaklardan: “Kimse yok mu?” Ses yok!.. Keşke kapıyı çalan isimsiz biri olsaydı. İn ya da cin, ne fark ederdi ki?.. Yirmi beş yıl en cıvıltılı bir ortamda görev yap, sonra işini bırak… Ve daha sonra da eşini! İşte bundan sonraki yaşanan hâlin adıdır yalnızlık. /atsan atılmaz satsan satılmaz/ cinsinden bir garip dert. Umut mumunu kim yakar ki artık! Yürek virâneye dönmüş, aynada hayalin sönmüş kimin umurunda ki?.. “Kaderimi alsın, sevince salsın “diye beklemek boş ve yersiz gibi;

“Evim oldu gam bülbülüne kafes.

Canda yaşamaya kalmadı heves.

Ben söyler, dinlerim… Ne ses, ne nefes,

Sesi gelmez oldu ahbap yâranın.”(S.41)

Doldu, doldu! Doldu ve taştı… İşte bu noktadır cinnetin, cennet olduğu yer bir şairde. Artık:

“Yalnız konuşana deli derlermiş,

Ko el-âlem bana deli desinler.

Bu nasıl çılgınlık, bu ne biçim iş,

Esiyor cinnetin yeli desinler…” S:42)

Kim ne derse desin diyor burada şairimiz. Dipsiz Kuyu”larda kaderin nârına yanarken “bir eş bulup evlensene” diyenlere en güzel cevabı bakın ne güzel veriyor şu dörtlüğü ile:

“Dost düşkünü, ahbap yanlısıyım ben,

Sohbetlerin delikanlısıyım ben.

Selâm ve muhabbet yanlısıyım ben,

Selamsız sabahsız kulu neyleyim” (S:45)

Selâmünaleyküm yâ şair!..

Nasıldır, ne haldedir? Bu hâle ancak gecelerin süsü yıldızlar tanıktır… Yine de isyankâr bir tavır sergilemez. Ve der ki:

“Oyun kâr etmez kozuna

Karşı konulmaz hızına.

Dostlar beni omzuna

Alsın diye bekliyorum.”(S:51)

Allah geçinden versin de, umarız “Vasiyet”inde belirttiği yurdu; ören olur, ardından yapılan sakin bir tören olur… Ve ebedi yurdu Cennet-i âlâ olur… Bizlerde birer Fatiha gönderen!..

20 Ağustos 2000 “Son Bakış” ve hazin bir an… Eş gitmiş artık ebedi makamına. Derler ye; “Giden kurtulurmuş, asıl kalandır her gün ölen” Senden Sonra ki şiirlerin adeta bir özetidir “Sonsuz Acı” şiiri:

“Gönlü elem saldı, keder bürüdü,

Gam, kasâvet, tasa aldı yürüdü.

Hayat alt üst oldu, birlik çürüdü,

Istırabı önüm sıra güderim”(S:56)

“Her kul ölümü mutlaka tadacaktır” hükmüne inancı gereği sığınan şair son dönemde biraz daha sükûna ermiş, giden yâri için dua eder Yaratan’ına:

“Bu dünyada kalmış olsun ıstırap,

ferahlasın, engin rahmeti görsün.

Daraltma kabrini, çektirme azap;

Bir pencere aç ki cenneti görsün

Okur bağışlarım haberdâr eyle.

Mesajımı alıp sevinsin rûhu.

Râzı olup ondan bahtiyâr eyle,

O vuslata gıpta edeyim yâhu..”(S:70)

“Akıbet” şiiri ile kaderin Hükmü dedi şairimiz… Ve o vuslat, özlenir oldu, tutku oldu şiirlerinde gayri:

“Ömrün uzadı harmanı

Bende bırakmaz dermanı.

O gün ilahî fermanı,

Alıp sana geleceğim” (S:87)

Hakk’a teslimiyet, yâre duyulan özlem son haddindedir artık. Hayatın adı “Bitmeyen Kâbus”tur:

“En güzel beklentiler umutla birden söndü,

Şu hayat benim için bitmez kâbusa döndü.

Ölürsem kâbus biter, gerçeği bilmeliyim,

Sen bana gelemezsin, ben sana gelmeliyim” (S:75)

İşte; ŞİİRDİR PINARDAN ÇAĞLAYIP AKAN (III) isimli şiir kitabımızın muhtevâsı… Şiirler; şiir tekniği açısından kusursuz. Retorik açıdan da öyle elbette ki… Duygular yeterince oluştuktan sonra mısralaşmış görünüyor diyebiliriz… Ayrıca güzel renklerle bezenmiş hârika bir kapak! Tüm bu güzelliklerin üzerine gölge olansa pek de iyi sayılmayan bir cilt…

Şair dostum yücel İpek’in sözlerini bir kez de ben yeniliyorum; “Günlük gailelerin ezici baskısından bir an kurtulup pembe ufukların esrarlı havasında güç ve enerjinizi tazelemek istemez misiniz?”

O halde………………..

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.