^^
Çarşıdan evime döndüğümde torunum Kerem’i bana doğru koşarken gördüm. İki elini arkasına bağlamıştı. Anladım ki elinde bir şey var ve benden saklıyor. Ona yaklaştığımda; “müjdemi isteriiiiiiiim” diye bağırdı. Sonra da elindeki zarfı bana uzattı. Bu bir mektup zarfıydı! Kimden geldiğinden çok mektubun varlığıydı beni heyecanlandıran… Hemen açtım zarfı. Açmamla birlikte hüsrana uğradım tabii ki. Zarfın içindeki bir dost mektubu değil, bir kuruma verdiğim dilekçeme karşılık bilgilendirme yazısıydı. Oysa Ne kadar isterdim benim düşlediğim tarzda bir mektubun olmasını!
Cemil Meriç: “kendimi bir mektupta seyrettim, büyülü bir ayna idi” der. Mektup bana göre de kanayan yüreklerin işiydi bir zamanlar. O zarfın içerisine attıklarımız uzak iklimlerden gelen bahar esintisini yansıtırdı âdeta! Sıcak, renkli, tebessümlü bazen de içi paramparça! İnsanlık dışında her alanda yarışan günümüz insanı için mektup artık geçersiz bir iletişim aracı olmuş gibidir…
“Bu sana vedâ mektubum, zarfın içine sevgimi koydum…” Genel de, sevgiliye yazılan mektubun son cümlesi böyle biterdi… Ve zarf itinâ ile kapatılır, sağ üst köşesine de bir damla gözyaşı pul niyetine yapıştırılırdı. Mektubun bu andan sonraki serüveni postacının bisiklet çantasında geçerdi… Postacı mektup gözleyenlerin gözünde, en çok dua alan ve çaldığı her kapıya umut bırakan bir insandı. Bazen yalnızlıklar, kırılmışlıklar da bıraktığı olurdu elbet!.. Yine de onun her köşe başından görünüşü hiç gelmeyişinden daha hayırlıydı. Postacının gecikmesi bile kırmızı bültenlik bir olay olurdu yüreklerde. Kısacası cana can katardı postacı. Eskiden bir postacı marşı vardı bilmem hatırlar mısınız: “Bak postacı geliyor, selam veriyor, herkes ona bakıyor merak ediyor.”
Dönüpte bu güne bir bakacak olursak; görürüz ki sevimli postacımız hepten gecikmiş… Daha doğrusu bizler geciktirmişiz onları. Tellerle muhabbet oluştuğundan beri unutmuşuz o ucu yanık mektupları ve onların taşıyıcısı postacıları… Artık gençlerimiz; “bak postacı geliyor” sözlerini, “bak kontörcü geliyor”a tevil etmiş gibi. Bir kağıdın canlara can katışını hangi yürek algılayabilir ki günümüzde!?.. Ben ‘BENDEN BANA MEKTUPLAR’ımla o katılan canı algıladım çok şükür. Şairimiz Ömer Bedrettin mektup Beklerken şiirinde ne diyor bakar mısınız bir:
“Gün batmış her yer ıssız, ufuktan sis taşıyor,
Tenha yollarda yalnız, hasretim dolaşıyor.”
———————————————-
Benden Bana Mektuplar:
^^
Zaman: Fasl-ı Hüzâl
1996 Temmuz 9
“Beni böyle havalar mahvetti,
Böyle havalarda istifa ettim
Evkafdaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havalarda alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum.”
Hoş gelen ve hoş giden Haziran gerçekten güzel şeyler getirdi benim için sevgili Navruz. Ben eve ekmekle tuz götürmeyi, Veli gibi
unutmadım ama, sana bir olay anlatayım da kahkahalarla gül biraz!.. Haziran’ın ortalarıydı, arabayla çarşıya çıktım. İşlerimi hal-yol ettikten sonra sen kalk dolmuşa binerek eve gel… Gece saat 22 sularında dışarı çıkma zorunluluğum doğdu. Aşağıya indim ve doğruca garaja yöneldim. O da ne?!.. Kısa bir şoktan sonra arabayı çarşıda unutmuş olduğumu hatırladım. Gel de eve ekmekle tuz götürmeyi unutan Orhan Veli’ye hak verme… Her neyse ki kendimi de bir yerlerde bırakmadan Haziran’ı da bir arkaya attık. Hoş geldin Temmuz. Rahat durursan mesele yok, durmazsan;
“Hastalar mı can çekişir koğuşlarda/ Bir mahzende çocuklar mı ağlaşır?/ Kimden kime bu işkence,/ Gizli gizli, ince ince?..”
Dizeleriyle hakkında davacı bile olabilirim, bunu aklından çıkarma!
Daktilonu onartmış olduğuna sevindim dostum. Tuşların soğuk oluşu inan ki hiçte önemli değil. Yeter ki yüreklerimiz sıcacık olsun. Bütün insanlığımız vefasızlığımızın omuzlarına yüklenmesin yeter ki!.. Ve ayrıca sabrımızın ve yüreğimizin kantarının topuzu atmasın…
Şölenler, törenler, kutlamalar!.. Helâl olsun sana diyorum. Başka ne diyeyim. Bâri benim adıma da gitmiş olsaydın. Mâlum ya, bizlerin hâlâ ığrapta mahalli yok. Taşralıyız ya hani! Şiir adına üç beş mısra yazıyorsak da birileri sap-saman olarak görüyor galiba. Ne zaman taneli başak sayılacağız bilmiyorum…
Sessizlikleri hiç sorma Navruz… O tâ şuramda koskocaman bir düğüm, gel de deme şimdi: “Ne her şeyim ne hiçim/ Sorma gönlüm ne biçim/ Bir kördüğüm ki içim/ çözdükçe dolaşıyor”
Her şeyin gönlünce olmasını dilerken güftesi Halil Soyuer’e, bestesi Suat Sayın’a ait olan; “Akşam olur gizli gizli ağlarım” şarkısını benim için dinlemeni bekliyorum. Yorumunu daha sonra yaparız inşallah!.. Sevgiyle!..