

KURTLAR İMPARATORLUĞU
JEAN CHRISTOPHE GRANGÉ
392 SAYFA
Her şey korkuyla başlamıştı. Ve her şey yine onunla sona erecekti.
Fransa’da özellikle Türk göçmenlerin yaşadığı ve küçük Türkiye denen mahallede üç vahşi cinayet işlenir. Tüm deliller bir seri katili işaret etmektedir. Öldürülenlerin üçü de kaçak yollarla Fransa’ya girmiş kadın işçilerdir ve fiziksel özellikleri birbirine çok yakındır. Olayı soruşturan genç polis memuru Paul Nerteaux, Türk mahallesini çok iyi tanıyan, sıradışı yöntemleri ve karanlık geçmişi ile bilinen emekli polis Louis Schiffer’dan yardım ister. Yaptıkları soruşturma ilerledikçe Türk mafyası, uyuşturucu kaçakçılığı, İstanbul ve Adıyaman’a uzanan bir ağın içinde bulurlar kendilerini.
Cinayet soruşturması sürerken paralel başka bir hikayede ise baş ağrısı sıkıntıları çeken, özellikle yüzleri tanıyamama sorunları yaşayan Anna Heymes’le keşiyor yolumuz. Yaşadığı hafıza sorunları o kadar büyüktür ki Anna’nın, üst düzey bir emniyet mensubu olan eşi Laurent’in yüzünü bile hatırlamamaktadır. Yüksek korunaklı, bilimsel çalışmalar yapılan bir hastanede, nörolog Eric Ackermann tarafından tedavi edilen Anna’ya bu durumun geçirdiği bir kaza sonrası oluştuğu söylenmiştir. Fakat Anna bu anlatılanlara inanmaz ve geçmişini araştırmaya başlar. Bu araştırma onu korkunç bir gerçeğe taşıyacaktır. Ve bu korkunç gerçek Türk mahallesinde işlenen cinayetlere uzanır.
Fransa’dan Türkiye’ye uzanan, oldukça heyecan verici, karmaşık ve soluksuz bir hikaye eşlik etti güzel grubumuzla bana. Yakın geçmişimizdeki siyasi figürler (Alparaslan Türkeş, Tansu Çiller), 80 darbesi, Oral Çelik, Mehmet Ali Ağca gibi isimler yanında Ülkücü hareket, Bozkurtlar, 11 Eylül Olayı, Taliban, Bin Ladin kitapta yer alan isim ve olaylardan bazıları. İstanbul’dan Gaziantep’e, Adıyaman ve Nemrut Dağı’na uzanan soluk soluğa bir macera Kurtlar İmparatorluğu. Anna’nın psikolojik durumu, yüz değiştirme operasyonları, hafıza silme, yeni bellek oluşturma gibi konuların yanında bazı iç hesaplaşmalar, özellikle emniyetin içindeki çürük elmalar, kaçak göçmenlerin yaşadığı sıkıntılar güzel bir kurguyla sunulmuş.
Filmine gelirsek Jean Reno baş rolde ve bir yere kadar kitapla paralel ilerliyor hikaye. Sonrasında film farklı bir sonla final yapıyor. Ben filmi pek sevdim diyemeyeceğim. Hem sonunun farklı oluşu hemde kitaptaki bazı ayrıntıların sahneye yansıtılamamış olması hoşuma gitmedi.
Kitapta geçen ve dikkatimi çeken iki kelimeyi de paylaşmak istiyorum izninizle.
İlki “Grogi”. Boks müsabakalarında sporculardan birinin üstüste yumruk alması fakat nakavt (knock out) olmayarak, sendeler vaziyette salınması durumu demekmiş.
Diğeri de “Buzkaşi” (Farsça, “keçi çekme”), Afganistan’ın en sevilen ve milli sporudur. Bu geleneksel oyunda atlı oyuncular, keçi veya dana gövdesini kaparak belirlenen hedefe ulaştırmaya çalışırlar. (İnternetten alıntı)
Paul iki suskunluk arasında sıkışmış olduğunu anladı. Ölülerin suskunluğu ve mahallenin suskunluğu.
Şeytanla işbirliği yapıyorsunuz.
Kötülüğün ne olduğunu bilmeden nasıl kötülükle mücadele edebilirsin? Düşmanının üstün taraflarını bilmeden nasıl düşmanını tanıyabilirsin?
Beyin, hâlâ dünyadaki en tehlikeli silah.
Tek takıntısı sensin. Seni bulmak. Söz konusu olan para kaybı değil, onur, saygınlık. Adamlarından birinin ihanetine uğramış olmayı kabullenemiyor. Kendi Kurtlarından, kendi yarattıklarından biri tarafından.
Var olma nedenimiz. Kurtlar tarafından eğitilildin, bilinçlendirildin, yetiştirildin. Doğduğunda, bir hiçtin. Benim gibi. Diğerleri gibi. Onlar bize her şeyi verdi. İnancı. Gücü.
Tehlike somut olduğunda rahahatsızlık fizikseldir, içgüdüsel olduğundaysa psikolojiktir (Freud yada Jung sozu)
Çünkü hiçbir makina insan beyninden daha güçlü olamaz. Çünkü normal bir hayat süren, normal tutkuları olan hiçbir görevli, kendi hayatını yüce bir amaç uğruna hiçe sayan bir fanatikle mücadele edemez.
LÜTFEN KİTAP OKUYALIM!!!
Arzu ORTAÖREN