Dünyanın dört bir yanına yayılan milyonlarca insan, farklı coğrafyalarda, farklı iklimlerde, dillerde, geleneklerde ve inançlarda yaşamaktadır. Bu çeşitlilik, insanlık tarihinin en temel gerçeklerinden biridir.
Kültürel farklılıklar, kimi zaman çatışmaların, kimi zaman da hayranlıkların sebebi olmuştur.
Peki bu farklılıklar bizi ayıran duvarlar mı, yoksa birbirimizi daha iyi anlamamızı sağlayan pencereler midir?
Her kültür, binlerce yılın birikimini taşır. İnsanların yaşam tarzları, yemek alışkanlıkları, giyim kuşamları, törenleri ve hatta suskunlukları bile ait oldukları kültürün izlerini taşır.
Bir toplumun normali, bir başka toplum için anlaşılmaz ya da garip olabilir. Ama bu “gariplik”, aslında öğrenmeye açık olan için bir keşif yolculuğudur.
Kültürel farklılıklar yalnızca dışsal değil, düşünce biçimlerine de yansır. Bir Doğulu için sezgi ön plandayken, Batılı bir birey daha çok analitik düşünmeye önem verebilir. Bu iki bakış açısı birbirini tamamlayabilir, eğer birbirine üstünlük taslamadan yaklaşılırsa. Çünkü farklılık, birinin diğerine benzeyerek yok olması değil, birlikte var olmayı öğrenmesidir.
Küreselleşmenin artmasıyla birlikte kültürler daha çok temas halinde. Bu durum bir yandan kültürel erozyon riskini artırırken, diğer yandan da empati, hoşgörü ve anlayışın gelişmesi için büyük bir fırsat sunuyor.
Farklılıkları bir tehdit değil, bir zenginlik olarak görebilirsek; dünya, daha adil ve barışçıl bir yer olabilir.
Sonuç olarak kültürel farklılıklar ne bir yük ne de bir engeldir. Onlar, insanlığın mozaik yapısının parçalarıdır.
Ve bizler, bu mozaiğin anlamını ancak birbirimizin renklerine saygı duyarak anlayabiliriz.
Betül FIRAT