Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
7°C
İstanbul
7°C
Az Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
13°C
Çarşamba Az Bulutlu
5°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
4°C
Cuma Az Bulutlu
9°C
Koşullu Dayanışma

            Birbirimize kolaylıkla ulaşabildiğimiz, birbirimizin yaşadığı şiddeti görünür kıldığımız ve bu şiddete ortak bir tepki geliştirebildiğimiz sosyal medya mecralarında son zamanlarda dikkatimi oldukça çeken bir durum söz konusu. Sosyal mecralarda kadın mücadelesinin ruhuna aykırı bir durum gelişiyor, kadın dayanışması koşullanıyor.

            Feminist hareketin tarihsel birikimiyle kazanılmış dayanışma kültürünün, dijital çağda giderek koşullara bağlanmaya başladığını gözlemlemekteyim.

            Kadınların yaşadığı şiddet ancak belirli yaşam tarzlarına, ideolojik görüşlere veya kimliklere uygun görüldüğünde sahiplenilir hale gelebiliyor. Haliyle de bu durumun, feminist politikanın kapsayıcılığına zarar verdiğini ve mücadeleyi parçalı bir hale getirdiğini düşünüyorum.

            Elbette ki bu durum herkesçe ve her zaman gerçekleşmiyor, burada genele yayma söz konusu değil ve elbette ki her birimizin farklı ideolojik görüşleri, aynı/ortak bir konuya farklı yaklaşımları söz konusu olacaktır, olmalıdır da aksi takdir de ‘tek’ bir bakış açısı altında tüm fikirlere kapalı kalmış oluruz. Burada bahsetmekte olduğum durum bundan tamamen bağımsız bir konuyu ele alıyor.

            Elbette yeri geldiğinde fikirlerimizle birbirimize ters düşebilmeli, birbirimizi eleştirebilmeli, birbirimizden farklı saflarda yer alabilmeliyiz. Hayatın güzelliği de buradan gelir fakat tamamen bu ayrışmaya ağırlık verirsek öncelik vermemiz gereken şeyi, o an kaçırabiliriz.

            Kadın hareketini güçlendiren en önemli noktalardan biri ortak acılardan doğan dayanışma değil mi? Bu hareketin gücü, farklılıklarımıza rağmen yan yana gelebilmemizden gelmez mi? Bugün böyle başlayan bir çekimserlik, yarın kimi kadınların sesi daha çok duyulurken kimilerinin mücadelesinin görünmezleşmesine yol açabilir.

            Yıllardır duvarların arasında sıkışıp kalan çaresizliğimizi çağımızın dili olan sosyal medyada, hemcinslerimizden aldığımız o muhteşem cesaretle haykırabiliyor ‘Ben de varım!’ diyebiliyoruz değil mi?

Kulağa ne hoş geliyor, ne coşkulu! Peki ama bu haykırış hemcinslerimiz tarafından nasıl duyuluyor? Birbirimizi olduğu gibi şeffafça duyabiliyor muyuz? Birbirimizin haykırışlarını işitiyor muyuz? Yoksa önce kendi eleğimizden mi geçiriyoruz? Peki sosyal medya bize kazandırdıklarının yanında bizden neler götürüyor?

            Ne yazık ki hayatımızı şekillendirmeye başlayan sosyal medya bizleri asıl konudan uzaklaştırarak yıllardır mücadelesi verilen kimi şeyleri yeniden besler hale geldi. Mevzubahis ‘kadın hakları, kadın dayanışması’ iken kendimizi birdenbire birbirimizin etnik kökenine, inançlarına, yaşam tarzına saldırırken bulduk. Aynı zamanda bu mecralarda dolaşan bilgi kirliliği ideolojilerin içini hem boşalttı hem de onu yeniden şekillendirdi. Bizler de inanmak istediğimiz ne ise ona inanıp onu sahiplendik.

            Yaşam koşullarımız, ilkelerimiz, siyasi ve dini görüşlerimiz gibi oldukça insani ve olması gereken fikir ayrılıkları kimi zaman, amacının ötesine geçerek kadın dayanışmasına istemsizce de olsa yer yer gölge düşürür oldu, belki de yanlış yorumlandı. Ben bu fikirdeyim ve ortak bir amaçta olsak dahi bu konuya bu bakış açısıyla yaklaşıyorum niyeti, yerini ben buyum ancak tamamen uyuşursam ortak bir zeminde buluşurum’ a dönüştürdü. Yani bu çeşitlilik fayda sağlayacağı yerde bazı durumlarda zarara dönüştü. Belki de kaçırdığım yanları vardır bilemiyorum ama şimdilik bu dönüşümü hazır bulmuyorum.

Bahsi geçen durum, bu günlere nasıl geldiğimizi farklılıklarımızla omuz omuza nasıl yürüdüğümüzü unuttuğumuzu düşündürtüyor bana. Şimdi ise yıllardır kurutmak istediğimiz kalıpları bazen kendi ellerimizle sular olduk.

            Ayrıştırıldığımız, ötekileştirildiğimiz, belki de tesadüfen yaşadığımız şu günlerde de bu durumun mücadelemizi gölgelediğini düşünüyorum.

Bana kalırsa bu mecralarda kadın dayanışması ‘ama’ lar ile baltalanıyor.

            Hemcinsimizin yaşadığı şiddeti sadece ve sadece kadın olduğu için yaşadığını, ortaklığımızın da tam olarak bu olduğunu unutabiliyoruz.

            Katledilen kadınlara ‘ama onlar da’ diye cümleler sarf edilmesiyle bizim birbirimizi kabullenemeyişimizin ne farkı kaldı? Oysaki kadın mücadelesi netti ama biz, bir başka konuda zıt düştüğümüz konuları bu konudan bağımsız tutmayı öğrenemedik.

            Kendi hayatlarımızın nesnesi değil öznesi olabilmek için bunca mücadele verirken birbirimizi ayrıştırdığımız bu dil, bizi yeni bir mücadelenin içine koymaz mı? Birbirimize yurt olmazsak nerede kalacağız? Kendimize çemberler edinirsek nasıl bütünleşeceğiz? Gözümüze inen bir perde değil mi bu? Kendimizle mi savaşacağız birbirimizle mi savaşacağız yoksa tüm bu sistemle mi? Birbirimiz için kolaylaştırıcı olmak varken kendi önümüze yeni engeller koymanın hangimize faydası var, bunun kime ne faydası var?

            Bir hayvanseverin ‘ben hayvanseverim ama sadece kedileri severim. Kediler içinde de cins kedileri severim. Onların arasında ise British shorthair cinsini, diğer hayvanların katledilmesi umurumda değil çünkü seslerinden, görünüşlerinden rahatsız oluyorum’ dediğini düşünün. Ne düşünürüz?

            Ebeveynlerimizin, patronumuzun, eşimizin, kardeşimizin, geri kalan tanıdıklarımızın veya tanımadıklarımızın bize yaşattığı şiddetin sebebi de; bekarken, evliyken, evlatken, anneyken, işçiyken, memurken, sağcı ya da solcuyken, muhafazakar ya da sekülerken yaşadığımız şiddetin sebebi de ortaktır. Dilimiz, dinimiz, ırkımız ne olursa olsun hepimizin ortak bir noktası var: kadın olmak.

            Müjdelenemeyen, henüz doğmadan yaşam koşulları oluşturulan o (toplumsal) cinsiyete sahip olmaktır bizim ortak konumuz. Evde, işte, sokakta, aşkta, otobüste, okulda ya da bambaşka bir zaman ve mekanda sadece kadın kimliğimizden dolayı şiddete uğrayan o cinsiyete sahip olmaktır. Sadece bu kimlikten dolayı tarihten, sanattan, edebiyattan ismi silinen o cinsiyete sahibiz biz.

            Hâlâ, hangi saate hangi dış görünüşle hangi sebeple dışarıda olursak öldürülmeyi hak etmediğimizin konuşulduğu dönemlerdeyiz. Ne zaman evleneceğimizin, dış görünüşümüzün, nasıl gülmemiz gerektiğinin, hangi renklerin hangi mesleklerin bize ait olduğunun hangi adımları atmamız gerektiğinin konuşulduğu dönemlerdeyiz.

            Haklarımızın neredeyse sadece 25 Kasım veya 8 Mart tarihlerinde, kadın cinayetlerinde ve sene-i devriyelerinde dile getirildiği, bu günlerde elimize tutuşturulan bir çiçekle yaralarımızın sarılacağını sandıkları dönemlerdeyiz.  Hâlâ…

            İşte bu yüzden, hâl böyleyken:

            Dayanışma ruhumuzun sönmediği, söndürülemeyecek kadar  güçlendiği, gücümüzü birbirimizden aldığımız, sosyal medyanın gafletinden arınmış bir gelecek için duacıyım.

            Sırt sırta, omuz omuza verdiğimiz, hiçbir bahanenin ortak kavgamızın önüne geçemediği,

            Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine birbirimize kenetlendiğimiz günleri,

            Farklılıkların birliğini ve tadını düşlüyorum.

            Çünkü biz kadınlar biliyoruz ki: Hiçbir “ama” ortak  kavgamızın önüne geçemez.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.