Şiir nedir? Şair kimdir sizce?
Şiir, duygu, bilinç, sözcük, anlam, estetizm kaosudur. Şiir, içsel bir çıkartmadır. Duyumsamaların bilinçaltından ruha, kaleme, sözcüklerin dansıyla edebî bilincin diliyle çıkmasıdır. Bazen telkindir, içsel duyuların haremidir. Kendini aşmanın imgesel sihridir. Bazen bir dizeyle onlarca romancıyı, fikir yazılarını dize getirmektir şiir. Dizelerde kalabalıklaşmaktır, yalnızlığın dilinden kaçıştır. İmgesel, edebî limanlara sözsüz kayalar bırakmaktır, duyguların çarpmasına zemin hazırlamaktır. Yersizlikleri arındırmaktır, içsel bir arınmadır, ruhsal duruşu sızdırmaktır yaşama. Duygu külliyatıyla estetik ve poetik lirizmi yakalamaktır.
Şair, ruh, duygu dünyasında kendi su kuyusunu kazıp şiirsel sular çıkarandır. Suyun içinde duyguya su isteyen kişidir. Kendini bulma savaşında, bir başkasını bulandır. Özünü, ütülü sözcüklerle sunandır. Şair, kendi içyüzünü dünyanın vitrinine sunandır. Bilinçaltındaki besleniş kaynaklarını yadsılı zamanla estetik alana taşımaktır.
Herkesi, aynı duyguda bırakandır. Bütün dünyaya sololarını söyleyen duygu şefidir şair. İçten bir yanışın inadını dizelerde coşturandır. İmgesel zenginliğin ağası, derin anlamların derin kuyucusu, felsefi temlerin tematik aynası, insan ama biraz daha eşit insandır şair. Yani hünerin dilsel, imgesel, duyusal sesidir şair. Güzel duyguların kliniklerini açıp içsel dünyamıza hekimlik yapmaktır.
Yıllarca bizi ısıtan güzel duyguların söz mimarıdır şair. Duygu iğnesiyle güzel yaşamlar dikip şık demlere bizi sunandır şair. Zekânın, dehanın, ince duyguları özelce bize sunan derinliğin iç sesidir. Dahası, kendisine verilen özel yetenekle, duygu külliyatını besleyendir, bu külliyatı sözcüklere giydirip estetik, tematik ve poetik devrim yapandır.
Şair olunur mu? Şairliğinizin sosyo-kronolojisi nasıl?
Şair olunmaz, doğulur. Şairliğin sosyo-gen, psiko-biyolojik, sosyo-genetik bağı vardır. Yüce Allah, Kur’an’dan sonra ilahi mesajlarını; hassas kulları şairler, veliler, ermişler gibi toplumsal öncülere mülhem yoluyla ulaştırdı. Yani, şair vekildir. Hassas kullardandır. Onun genetik ve gen yapısındaki özel hassaslar rahmanidir. Herkes şair olmaz. Şairlik, doğuştan verilmiş özel ve hassas bir yetenektir. Bu yeteneğin Rahmani kısmı iki şekildedir, yetenek ve ilham. Yani, şairin kutsal bir bağı vardır. Bu kutsal damar olmadan da şair olunmaz. Yetenek ve ilham, sosyo-gen ve psiko-genetik yapının içindedir. Çalışmayla şiir yazılır, usta şair asla olunmaz. Tarihte örneği yok.
Yetenek ve ilham kaynakları kutsaldır. Şairin yazma dürtülerini tetikleyen ilhamı es geçemeyiz. Yetenek, sanatın inşa kıvılcımıdır. Rahmani patolojiden sonra, psiko-sosyal edimler devreye girer. Şairin karakteri, yaşadığı coğrafya, yaşadığı çağ, içinde yer aldığı sosyal erkler ,besleniş kaynakları, besleniş öncüleri,medeniyet,gelenek,kültür,gen,genetik,coğrayfa,.çağ,sosyo-iktisadi bağlar, psiko-sosyal edimler, sosyo-teknolojik süreçler, ekoller, poetik güçler gibi uzayıp giden şairi besleyen, etkileyen, eviren ,sağan, sağaltan, değiştiren, statik yapan onca güçlü psiko-sosyal edim var. Bunlarla beraber, besleniş , gelişim ,değişim, kendileşme, kaos gibi uzun süreli kronolojik bir süreç başlar.
Nizam şöyledir. “Başlangıç-Olgunlaşma, Ustalaşma, Hesaplaşma, Kendini Aşma“
Her şair, bu süreçleri yazar. Şair, yaşadıklarının, öğrendiklerinin, aldığı verilerinin, etkilenişlerinin, ilminin, bilincinin olgunlaşmasının psiko-sosyal ortalamasıdır. Her sözcüğün sezgisel birikimi vardır. Onu ilhamla psikolojik yâdsılarla dizelere, anlamlara, çağrışımları taşıyan rastlaşmalardır.
Edebi ve entelektüel birikimle beslenmeli şair. Sosyalleşmenin bütün basamaklarını tırmanmalı. Güçlü eserler, güçlü kaynakları tanıyarak, yaşayarak çıkar. Ve şairlik için ciddi telkinler, bilinçaltını delen duyusal travmalar şart.
Aşk, ayrılık gibi dünyasını sarsan çok güçlü eylemlerle beslenmeli. Yani içsel sancılara, sürekli doğurgan bir ruha sahip olmak gerek. Yazarlık başka bir kulvar, kurgular, bilgiler, olgular, algılar içinde bir insan yazarlığa adam atabilir.
Sanat ve Şiirin Gerçeklik Patolojisi Nasıldır?
Sanat, insanın kendini bilmesinden, bulmasından ve kendine ermesinden sonraya rast gelir. Varoluş kökeninde yeşerip var edenin mülhem coğrafyasında sosyal meyvelerini verir. Yani, insanın tüm nicel ve nitel edimlerin sağlamlaşması, kökleşmesi, dallanması, çiçeklenmesi, meyvelenmesi, dimağa varmasıdır. İnsan, kökenliğiyle ilgili her şeyi halletme mecrasını yaşar. Önce, temel dinamikleri besler. Önce temel dürtüleri, güdüleri monist bir algıya taşır. Sanat, benliğin doyumudur. Sanat, ibdanın ve himayenin kendi darasında arayışı, arınışı, temel iç duyumları doyurma mecrasıdır. Sanat, aklın doyumuyla, kalpteki açlığın sağımıdır. Sanat, duyusal, zihinsel, ruhsal arayıştır.
Bu arayışın nöro-psikolojik edimleri var? Meraklar, hücreleri tetikler, zihinsel ve içsel mecra böyle başlar. Neden üretiriz? Bu, bizi aklın sınırlara götürür? Neden sorusu nicel edimlerle cevaplanır? Nasıl üretiriz? Asıl cevabını bulmadığımız iç gerçeklik nasıldır? Nasıl, nitel edimlerin süzgecinden geçtiği için yanıtındaki süzmeler farkındalık gösterir? Nasıl üretiriz? Nitel edimler, bir nevi “iç poetik” arayıştır. İç poetika üstünde genelleme yapılmadı tarih boyunca.
Üretimdeki mülhemin tanrısal boyutu, bize arayışın teolojik hatta sosyolojik boyutunu verir. Sanattaki mülhem Rahmanîdir. Burada hassas bir şifre var. Sanat -gen, sanat-rahmaniyet, sanat-vahdaniyet, sanat-toplum, sanat-birey, sanat-çağ, sanat-sosyal katmanlar, sanat-sosyal ve nitel güç gibi onlarca ikilemin sosyal antropolojisi karşımıza çıkar. Sanatın sosyal antropolojisi bize şifreleri sunar. Metodolojik derinlik bu şifreleri sistemleştirir. Nitel edimlerin yanıtsızlığından kurtarır.
Sanat, bireyci merkezden çıksa da onu besleyenler “rahmanî“ ve sosyolojiktir.
Sanat; sosyo-kimliğin, sosyo-toplumun, sosyo-coğrafyanın, sosyo-dinin,
psiko-sosyal dinamiklerin, sosyo-ontolojinin hayati bağlarla, içsel bağlantıların ortak paydaların sosyolojik metodolojisiyle ortaya çıkmıştır.
Sosyo-kimliğin doyumundan sonra başlar sanat. Sosyo-ontolojik edimlerin merkezindeki antropolojik bağların, bağlam ve bağdaştırmalar arasındaki temel iletişimin köksel derinliğinden sonra başlar. Sosyo-millet , sosyo-coğrafya, sosyo-gelenek, sosyo-din, sosyo-temeller üstünde inşa edilen temel dinamiklerden beslenir. Bu beslenişte Aristo’nun dillendirdiği gibi taklididir.
Çünkü, öncesizlik kuramı var. Ortaya çıkan her şey “yaratanın” mutlak iradesinden beslenir.
Şiiri bilinçi daha geniş kapsamda psikolojik anlamda kendini gerçekleştirme süreci nasıl olur?
İnsan, doğar doğmaz bilinçle karşılaşır. Her şey bilinçten bir eser ve sırdır.
Yani, herkesin bir bilinci vardır. Fakat bilincin düzeyi önemlidir. Kendini yetiştirmenin ölçüsü devreye girer. Bilincin birleştirici, geliştirici, özselleştirici, devam ettirici gücü devreye girer. Algılar ile olgular arasında bir yol başlar. İdrâk ile kalp arasındaki temel beslenişler her şeyi belirler. Bilinci geliştirici psiko-sosyal dinamikler vardır. Bilinci birleştirici, devam ettirici psiko-sosyal edimler vardır. Bilinci devam ettirici biyo-psikolojik şartlar vardır. Din, gelenek ,kültür, medeniyet, mizaç, gen, genetik bağ ,çağ, bireysel ve sosyal çevre, coğrafya, kendini gerçekleştirme ,ben ve benlik yolculuğu, zihinsel, ruhsal, kalbi beslenişler, etkilenişler, yaşam sürecindeki devinimler, dersler ve yaşadığı çağlardaki ciddi sosyal olaylar gibi bilinci ve bilinçaltını besleyen, etkileyen, büyüten, birleştiren, statitize eden birden çok psiko-sosyal,biyo-psikolojik,sosyo-iktisadi,sosyo-siyasi,psiko-teknik gibi devinimsî edim var.
Bedenini, aklını, enerjisini bilinçli ve becerikli kullanmayı öğrenmeyenler, dünyayı adaletsiz sanırlar. Herkes içindeki Çin Seddi’ni kurmakla meşgul olduğundan, zihni işgal altındadır. Modern çağın insanın zihni, işgal altındadır. Çok çeşitli ve sağıltılı verilerle baş başa kalıyor. Günlük çok veriyle karşılaşıyoruz. Bu verilerin gücü tartışılır. Modern dünyanın insanı, her gün yüz bini aşan veriyle karşılaşır. Eskiden, bu kadar veri yoktu. Vericiler arttı. Çoklu vericilerin gücüyle çok şeyi görme, hissetme, bilme gücüne vardık. Fakat bu kadar verinin çokluğu faydalı mı? Verilerin bilimsel gücü ne kadar? Verilerin ruhsal, zihinsel, kalbi gücü ne ölçüdedir? Bu açıdan incelediğimiz zaman “zararlı veri” çok.
İnsan zihni, boş bir ambardır. Gelen verileri günceller. Beyin bir makinedir. Kendi otomasyonunda irdeler gelen verileri. Kendisine faydalı olanı alır, diğerini ikinci alt belleğe yollar. İnsanın içindeki “iç ağ” çok şeyi belirliyor. İç makinenin ürettiği algılar, bizi şekillendiriyor. Herkes, kendi iç ağlarıyla içsel Çin Seddi’ni kuruyor. Bu seddi aşıp kendini gerçekleştirenler, üst seviyede algılara, anlamlara, yaşama, olgulara ulaşır. Modern insanın, dolaysıyla şairiyle ilgili çok şey söylemek zordur. Arkaik insanla ilgili konuşmak daha kolaydır. Yunus Emre, Fuzulî, Mansur, Karacaoğlan gibi arkaik şairlerle ilgili konuşmak, onların bilinç düzeyine ulaşmak biraz daha kolaydır. Yaşadıkları çağın psiko-medeniyet, sosyo-kültür, sosyo- iktisadî bağları dengeli ve etkili bir konumdadır. Kendini gerçekleştirenler aynı zaman kendisini gerçekleştirmiş şiir oluşturmuşlar.
Kendini gerçekleştirme, tek başına olmuyor. Çağ, coğrafya, gelenek, din, kültür, medeniyet, besleniş kanalları, uzayıp giden güçlü dinamiklerle olur. İnsanın kendini gerçekleştirmesi; sosyo-antropolojik sıraya ihtiyaç duyar. Medeniyetlerin oluşumunda sosyo-antroplojik bir kronoloji vardır. Bugün medeniyet olarak algıladığımız kaç medeniyet var? Bunların hepsi uzun bir sosyo-antropolojik sıraya göre oluşmuştur. Kendini gerçekleştiren insan ve şiirin de böyle bir kronolojik sırası vardır. Bu sosyolojik sıralamayı aşamayan şairler, alt bilincin şiiriyle kalmıştır. Orhan Veli’nin şiiri gibi günümüzdeki çoğu şiir, kendini gerçekleştirmeyen şiirdir.
Şiirlerinizdeki Şehrinaz’ın temsil haritası hakkında bilgi verir misiniz?
Şehrinaz, mistik, metazik, sinematogrofik, simgesel, içsel bir sığınış karakteridir. Asım ile Taha’nın duruş ve duruşma kardeşidir. Gönlümdeki postmodern Leyla’dır. Firdevs’inin Şehname ’sindeki iki güzel kardeşten biridir.
Şehrinaz, yanlış Batılılaşmanın simgesi olup kendini inkâr ederek Batı’nın cehennemînde kaybolmuş Haluk’un tam karşısındadır. Şehrinaz, duygu külliyatımın sığınış ve temsil duvardır. Şehrinaz, duruşumun, duygu bağımın, edebi duruşmamın, seslenişimin simgesel temsilidir. Leyla’dır,Asım’dır,Taha’dır,ben’dir,ben’den akışın sosyo-simgesel adıdır.
İmgeci şairsiniz, edebiyatın diğer türlerinde başarılı metinler yazıyorsunuz. Son olarak yazmanın sırrı nedir?
-Şiir üstüne söylenecek yüzlerce poetik ve tematik konu vardır. Şiiri sınırlandırmak, şiirle ilgili nicel söylemler söylemek mümkün değildir. Lakin, Hz.Adem’den itibaren, şiirin iki merkezi vardır. Öz ve nesnedir. Öz, temayı, nesne de form (biçim) poetik unsurları kapsar. Şiir, tarih boyunca bu iki temel merkezin etrafındadır. Her şair, yaşadığı dönemin izlerini, özlerini, tözlerini, ruhunu taşır. İmge, günümüz şiirin merkezkaçıdır. Şiir, duygu felsefesidir. Bu duygu felsefesi, anlam felsefesi, poetik diriliş, yeni ve canlı dil imge ile sağlanır. Yeni şeyler çağrıştırmanın aynası imgelerdir.
Yazmak, insanı yüzlerce kişilik yapar. Yazmak, hünerdir. Bu hüneri besleyen temel kaynaklar vardır. Edebi birikim, entelektüel birikim, sanatsal birikim, gibi onlarca temel birikimin psiko-sosyal kronolojisi vardır. Bu temel kronolojiyi tamamladıktan sonra insan, edebiyatın her alanına ilgi duyar. Şiir,yetenek ve birikimlerin sağımıdır. Düzyazı da hüner ve birikimlerin birleşmesidir. Roman, deneme, inceleme, eleştiri ,roman, anlatı, senaryo alanında yayımlanmış yazılarım ve kitaplarım var. Yazmayı, zihnin ,kalbin, ruhun dirilişi ve direnişi olarak görürüm.Kendimde başlattığım dirilişin sosyolojik karşılığının toplumda ve çevremde olması gayreti içindeyim. Yetenek ile birikimlerin zekâtı var.Onu da okura algı ve duygu olarak ulaştırmaktır.
Yazar, idrakleri beslemeli. Yazar, temel dinamikleri diriltmeli. Yazar, mutlak öz’den beslenip hakikati haykırmalı. Yazar,vekildir. Bu şuur vekili, kelam gücünü duruşuna, edebi dünyasına ,algısına, duruşma yolculuğuna yansıtmalıdır.
Bu güzel sohbetiniz için şükranlarımı sunuyorum.
Ben de teşekkür ediyorum