Dün- Agota Kristof
Sayfa Sayısı:71
Macar yazardan okuduğum ikinci kitap olup, dilini çok sevdiğimi söyleyebilirim. Hala bu yazarla tanışmamış olanlar varsa, bugüne kadar neden kendisine hiç şans vermemişim diyerek pişman olabilirsiniz. Kitap ince olması nedeniyle, başladığınız gibi anında bitiveriyor. Okurken sanki sohbet havasında bir anlatıma sahip olan yazarın dilini son derece akıcı buldum. Kurgusuyla ve olayların akışıyla bir anda başlayıp hızlıca biteceğine emin olabilirsiniz. Ben iyi ki bu yazara şans vermişim dedim. Sanırım külliyatını okuyacağım. Bence yazdıklarında yaşamının etkisi de çok büyük rol oynuyor. Yazar 21 yaşındayken, Stalin karşıtı sosyalist işçilerin, rejimi devirmek için çıkardığı ayaklanma, Sovyet ordusu tarafından bastırılınca , kocası ve çocuğuyla birlikte Macaristan’dan İsviçre’ye kaçarak yerleşiyor. Burada fabrikada çalışmaya başlarken, bir yandan da Fransızca öğreniyor ve tiyatro oyunları yazmaya başlıyor. Yazarlık hikayesi bu şekilde başlamıştır. Daha önce okuduğum kitabı Büyük Defter, Kanıt, Üçüncü Yalan adlı üçlemesinde de, bu kitabında da fark ettiğim, son derece ağır konuların işlenmiş olduğudur. Buna rağmen insanı hiç sıkmayan, yormayan bir anlatıma sahiptir.

Hikayemiz, Tobias ile annesinin sefalet içindeki yaşam öyküsüyle başlıyor. Sonrasında içinde bulunduğu yaşantıdan kopmak isteyen Tobias’ın, adını değiştirerek Sandor Lester olarak, ülkesinden kaçıp başka bir hayata başlamasını ve bunun sonrasında gelişen olayları anlatmaktadır. Konu ilerledikçe bir annenin çocuğuna yaşatabileceği travmalara hayretler içerisinde kalarak tanık olacaksınız. Bu sırada yaşanan olayların çocuğun psikolojisi üzerinde çok büyük etkilerini, büyüdükçe kendisinin garipliklerini okurken şaşırmadan edemiyorsunuz. Platonik olarak aşık olduğu ilkokul döneminden kız arkadaşını kaybedip daha sonra tekrar onu bulmaya çalışmasını ve bu sırada karşınıza çıkan sürprizleri okuyacağınız son derece sarsıcı, şaşırtıcı bir kurgusu olan novella hakkında daha fazla anlatarak kitabın tadını kaçırmak istemem. Fakat bu kavuşmanın hiç kolay olmadığını bilmelisiniz. Saplantılı ilk aşkının hikayesini okurken düşünmeden edemiyorsunuz, acaba gerçekten değer mi? Bu sevgi bunca çabayı hak ediyor mu diye? İnsan geçmişinden ne kadar kaçabiliyor? İster istemez bunu sorguluyorsunuz. Peki sizce kaçabilir mi? Ben okurken bunu çok sordum ve çocuk Tobias’ın, Sandor olarak adını yaşantısını değiştirmesine rağmen aslında koskoca bir geçmişi de sırtında taşıyarak hayatına devam ettiğine tanık oldum. Okuyun bakalım siz de ne duygular uyandıracak. Macar yazarlardan vazgeçmemeye karar verdim. Eminim benim gibi geç tanışan okuyucular da seveceklerdir. Magda Szabo’dan sonra Agota Kristof’un da benim için önemli bir yeri olduğunu söyleyebilirim.
Alıntılar

Tek bir isteğim vardı: Gitmek, yürümek ya da ölmek, umurumda değildi. Uzaklaşmak istiyordum, kaybolmak, ormanda ve bulutlarda eriyip gitmek, hatırlamamak, unutmak, unutmak.(S.20)

Hayatın, olduğundan farklı olamayacağını düşünüyordum, yani hayatın adeta hiçbir şey olduğunu. Ama hayat bir şey olmalıydı ve ben o şeyin olmasını bekliyordum, o şeyi arıyordum.(S.22)

Sanırım yakında iyileşirim. İçimde ya da uzayda bir şey kırılacak. Bilinmedik yüksekliklere tırmanacağım. Dünyada yalnızca hasat, katlanılmaz bekleyiş ve ifade edilemez sessizlik var. (S.59)

Yürekleri kırılan dostlar asla geri dönmez.(S.69)

Aşkı bilmedikleri için mutlu olan insanların olduğu yere git. O kadar doygundurlar ki, ne birbirlerine ne Tanrı’ya gereksinim duyarlar. Geceleri kapılarını sıkı sıkı kilitleyip hayatın geçmesini sabırla beklerler. (S.69)
Ebru OLCAY IŞIK