DİLSİZ ACILAR
Doğduğu günden başlamıştı bu dünya ile olan sınavı çünkü hiçbir türlü derdini anlatamıyordu ve anlatamadığı bu dertler de içine attığı için yaşamış olduğu acı tarifsiz oluyordu çünkü o dilsizdi.
Bu dilsizlik bazen çaresizliği bazen de hüznü simgeliyordu bu simge onun boynuna asılmış bir kolyeydi bu kolyenin ham maddesi acıydı fakat bu çocuk her ne kadar dilsiz olsa da onun içinde kopan çığlık ve gürültüyü anlatmaya gözleri yetiyordu bu gözler zifiri karanlığı zerre kadar da olsa ışık yayan, mahpushanelerde bulunan mini pencere gibiydi bu pencere kimine göre yetersiz, kimine göre ise koskoca mahpusu aydınlatan bir gün ışığı yani kimin acısı ne kadar ise o ışık da o kadar aydınlatıyordu.
O gözler, bu dilsiz ve acılı çocuk için tam anlamıyla mahpusu aydınlatan bir ışığı temsil ediyordu. Bu fikrin etkili olmasında büyük rol oynayan olgu ise tatlı gülüş ve umuttu
Aslında en acı olan da bu durumdu fakat çocuk bu durumdan habersizdi çünkü doğuştan dilsiz olduğu için herhangi bir kelime, ses ve konuşmaları anlamıyor ve kelimeler arasında ilişki kuramıyordu.
Ama o gülerek umudunu tazeliyordu, mutlu oluyordu bu mutluluk her ne kadar kendisine yetse de onu seven anne babasını bir o kadar üzüyordu çünkü o gülüşler acı saçıyordu etrafa ama bir kişi hariç o da dilsiz olan çocuktu.
Bu kadar acıya rağmen ailesi de çocuğa tebessüm ediyordu çünkü anne ve baba çocuğun içinde yanan o ateşe, o acıya yakıcı madde dökmek yerine tebessüm ederek çocuğun içine su serpiyorlardı.
O dilsiz olan çocuk biziz, her ne kadar etrafa gülücükler saçsak da karşımızdaki dostlarımız ve sevenlerimizde biz üzülmeyelim diye bize tebessüm ederek acımızı dindirdiklerini sanıyorlar faka her insanın acısı kendi içindedir. Bütün insanlığa önerim kimse bir küçük tebessüme kanmasın bugün o tebessüm her ne kadar içimizdeki acının ateşini söndürmek için yapılsa da aslında o acının ateşine dökülen bir yakıcı maddedir.
AHMET SİNEKLİ