Çuvaldan elbise… Her elbisenin altında yatan bir hikaye olduğuna inanırım, fakat çuvaldan yapılmış bir elbisenin fikri beni özellikle heyecanlandırdı. Araştırmalarım sırasında, 1930’lu yıllarda yaklaşık 3.5milyon kişinin zorunluluktan çuvaldan elbise giydiğini öğrendim. Günümüzde istediğimiz her şeyi rahatça giyebiliyoruz, peki ya o zamanlar? Kavurucu sıcaklarda bir çuvaldan elbise giymek zorunda kalmanın nasıl bir his olduğunu düşündüm. Bu düşünce beni derin bir duygu seline kapladı.
Çuvaldan elbise, ilk bakışta kaba ve basit bir görüntü sergileyebilir. Ancak, bu sadeliğin ardında saklı bir özgünlük yatar. Her dikiş, o dönemin zorluklarını ve emeğin değerini anlatır. Ruhun ve emeğin birleştiği bu noktada, bir sanat eseri ortaya çıkar. Çuvaldan bir elbise tasarlama fikri, zihnimde 3 ay boyunca şekillendi. Ardından, hayallerimi sanata dönüştürmeye başladım. O dönemde yaşasaydım, bir sanatçı benden gösterişli, kimsenin giymediği bir kıyafet istediğinde ne yapardım diye düşündüm. İmkanlarım sınırlı, pahalı kumaşlar alacak gücüm yok, ama o işi çok istiyorum.
Oysa ki gerçek gösterişin ve parıltının kumaşlarda değil, insanın içindeki özgüvende saklı olduğuna inanıyorum. Düşünün, herkes kırmızı halıda zengin işlemeli, gösterişli kıyafetlerle yürürken siz, sade bir çuval elbiseyle, tıpkı masallardan çıkmış gibi halının üzerinde yürüyorsunuz. Ve herkes, bu sadeliğe hayranlıkla bakıyor. Çünkü asıl parıltı elbisenizde değil, sizde gizli.
Belki de gerçek moda, özgünlüğün ve sadeliğin derinliğinde yatar. Ve çuvaldan elbise, bu sadeliği en güzel şekilde temsil eder.
Sona İnak