BİR GÜMÜŞ ADAM VARDI…
BURHAN GÜMÜŞ ve ŞİİRİ ÜZERİNE
(1952/18.02.2014)
—
Yazan: ALİ RIZA NAVRUZ
^^^
Apansız boğulurken gündüzler gecelerde, sebepsiz umut çiğneyicilerinden bir şairimizi daha yakın bir zamanda ebediyete yolcu ettik ne yazık ki!. Göğün suskun mavisinin kıyılarına uzanıp ılık Mart yağmurlarıyla ıslatırken ruhumu, Merhum Burhan Gümüş’ün Elbruz tepesindeki Robenson yalnızlığından bizlere yansıyan yanına, bir el feneri tutmak bana düştü bu akşam sevgili dostlar…
Şaşırtmayı çok severdi şairimiz. Ve bir kez daha şaşırtıp bizleri, hüzünlü bir akordeon bestesinde bitirdi abreglerin dansını…
“Bak haberin olsun yabani gül!
Bir fısıltı var orta yerde;
Özne var, tümleç var, yüklem var! Ve yeşeren ümitler!
İyisi mi diktayla aldıklarını geri ver.
Ve al götür kara defterini, bütün acıları.
-Bıraktığın enkazın altında kalmadan-
Arkana bakmadan; ses siz ce git buradan.
Necat geliyor
Behçet geliyor…”
Şiirinde bahsi geçen Necatla Behçet anlamsal olarak geldi mi bilemiyoruz ama salgılarken asidini bu şehrin kolpa yüzü, onun yokluğu bir ezgili söz olup; gümüşî şiir coğrafyasını oluşturdu. Geceleri ellerinden ışık saçılan Nart gelini “Adıyıf” onun şiirlerinde hep “Yabani Gül” olarak çıktı karşımıza ve Nartların yoluna ışıklar tuttu. Andemirkan Destanı’nı bu arada tekrardan besteletti, yorumlattı biz gönül dostlarına! Göç Ağıt’ını ninni olarak defalarca söyledi yumuk avuçlu bebelere. Atalarının gözyaşlarıyla tuzlanan Karadeniz’i anlattı torunlarına Burhan Gümüş. Bütün bunları yaparken ne sesi eksildi, ne umudu bitti!..
Şiirlerinde tema olarak; öncelikle Çeçenya sevgisini işledi şairimiz. Sonrasında; doğa sevgisini… İnsan öğesi olan duyguları bir sevgi seli olarak akıttı Çeçen-İnguş ovasına!.. O; Mavi gökyüzünü, suyu, ırmağı, çiçeği, arıyı, özellikle Kafkas dağlarını şiirine çatı yaptı adeta… Ayrıca mutlu insanların mutluluklarını, mutsuzların ise o acımtırak serzenişlerini de işlemiştir tema olarak şiirlerinde. Çerkez Folklorundaki zenginliğin her bir ögesi de, şiirine ayrı bir renk ve ritim katmıştır gördüğümüz kadarıyla.
Sert gerçekçi anlatımıyla, duygusallık; şairimiz Burhan Gümüş’ün bağrında ancak bu kadar barış içinde yaşar! Görünen o ki; çağımız şairi de olsa şairimiz, geçmiş zamanlardaki sözlü Abhaz Edebiyatının esintilerini hissetmiş, duymuştur… Kafkasların ünlü şair ve yazarı Bagrat Şinkuba’nın şiirdeki lirizmi de, sanki Burhan Gümüş’ün lirizm dünyasını oluşturmuştur diyebiliriz. Özgün ve yoğun bir dili vardır. Yeri geldiğinde adıge dili sözcükleri de kullandığı olmuştur. Yakası açılmamış kelimelerle bir tarih/kültür şiiri yazıyordu sanki. Kullandığı imgeler diyebiliriz ki nev-i şahsına münhasırdı…
“Alimallah dokuz kere dokuz doğurursun
Akla karayı seçersin çıkarmak için
Başına giren ağrılar da cabası
Kanın kaynar, soluk alışların hızlanır
Dallara düşen şebnemler gibi boncuk boncuk terlersin!”
Sözlerine bakılırsa şiir işçiliği onda ilmik ilmik işlenen bir uğraştır. Ayrıca da boncuk boncuk terleten! O; Sabahlara kadar “ayı çıkarır”, “güneşi ekler…” dizelerine söz olarak. Yani hiçbir zaman işin kolayına kaçmadığı belli. Edebiyat sahnesinde Tragedya oynamayan Burhan Gümüş, bazı zaman lirik, çoğu kez de epiktir şiirlerinde. Nostaljik ve romantik ruh hallerinde ise pastoral takılmıştır. Ama çalıntı olmayan tarlalardaki şiir işçiliği onun prensibi olmuştur.
Burhan Gümüş “ somuttan soyuta akan bir yaklaşımla az ve öz şiir yazmıştır. Her şiirinde şiirin tadını bulmayı, rengini yansıtmayı, kokusunu duyurmayı başarmıştır. Şairimiz dıştan içe yönelişlerle bir yüreğin acısını, özleyişlerini, hayallerini, umutlarını, kırgınlıklarını ve kızgınlıklarını; İçten dışa açılımlarla da insanlığın kültürel dokusunu oluşturan değerlere dokunmuştur…” Bütün bu tellerde gezinirken şiirde kullandığı vezin türü; serbest biçimdir… Bu güne kadar yayınlanmış olan tek kitabının adı; “Hücremdeki Pencere” isimli şiir kitabıdır.
Sıba Efkan Çağlı ne diyordu:
“Bize özgü yalnızca kemiklerin gömülmesi toprağa, yalnızca etin çürümesi… Ve bize özgü, hiç bir zaman silinmemek anılardan…” Silinmeyeceksin anılarımızdan Burhan dost!.. Ve biz ardından diyeceğiz ki; “Rızâ-yı Hak ne ise râzî oldı ol merhum!..”
—
AĞLAYAN KHAFE
*
Köye yağmur yağıyordu son defa,
Ey sevdiğim,
Bakakaldım arkandan, gittiğin gün;
Akşam dağlardan ininceye kadar
Islandım.
Ben zayıftım, ben çocuktum
O gün bu gün yüzüm kekremsi.
Bırak haykırayım son defa,
Ey sevdiğim,
Bu şiirde gizlediğim ismin, yankılansın;
Yıldızlara kadar
Sensiz solan
Soluyan ve ağlayan
Kalbimin çırpıntısı.
İşte pınar başında bir başınayım son defa,
Ey sevdiğim,
Sabah çiğleri gibi kon gözlerime, razıyım;
Sonsuza kadar
İfşa etmek üzere olduğum adını
Ant olsun söylemeyeceğim
Şavkın suya vursun yeter ki.
Gel bana veda et son defa,
Ey sevdiğim,
Işığı sönmeden gözlerimin, kal yanımda;
Bir iz düşümü kadar
Dinsin hasretim,
Hasretim ve hüznüm
Senden mütevellit.
Gün sona ermeden gel, hadi gel,
Ey sevdiğim,
Son kez, hadi son kez, çal şarkımı;
Rûz-u mahşere kadar
Şan olsun dillerde nağmeler
Çal, Çal, Çal…
Ah! Nafile isteyişlerim
İçimdeki siyah ışık büyüyor
Çok geç, çok geç artık
Zaman duruyor
Ben gidiyorum….
^
Burhan Gümüş