Mayıs 1953, İstanbul… Şehrin tarihi sokakları, 500. Yıl kutlamalarının coşkusuyla dolup taşıyordu. Beyazıt Meydanı’nda toplanan kalabalık, üzerlerine asılan kırmızı-beyaz bayraklar ve her köşeye yerleştirilen ışıklandırmalarla adeta bir şenlik alanına dönüşmüştü. Genç tarih öğretmeni Halit, Beyazıt’taki okulunda sabah derse başlamadan önce heyecanla hazırlık yapıyordu. Bugün, öğrencilerine İstanbul’un Fethi’nin anlamını anlatacak, sadece bir zafer değil, bir kültür ve medeniyet köprüsü kuran Fatih Sultan Mehmet’in gerçek yüzünü göstermek istiyordu. Onun için bu fetih, geçmişin bir sayfası değil, geleceğin inşasıydı. Beyazıt Kütüphanesi’nde çalışan Elif Hanım, öğleden sonra düzenlenecek panel için hazırlıklarını tamamlıyordu. Osmanlı dönemine ait el yazmaları arasında Fatih Sultan Mehmet’in bilimsel ilgisini anlatan belgeler vardı masasında. Panelde, fetih kutlamalarının Cumhuriyet’in farklı dönemlerinde nasıl algılandığını anlatacaktı. Atatürk’ün modernleşme vizyonu ile Demokrat Parti’nin muhafazakâr halka hitap eden kutlamalarının arasındaki farkları vurgulamayı planlıyordu. Akşam üzeri, Galata Köprüsü’nde balıkçılık yapan yaşlı Hüseyin Dede ise uzaktan kutlama ışıklarını izliyordu. Hayatının büyük bölümünü bu şehrin kıyısında geçirmişti. Ona göre İstanbul’un Fethi, sadece tarih kitaplarındaki bir olay değildi. “Bu şehir, her fetih sonrası yeniden doğdu,” diyordu, “Ama bizler, o ruhu yaşatmak için unutmamalıyız nereden geldiğimizi.” İsmet Paşa Caddesi’nde yeni açılan bir kafede oturan gazeteci Murat Bey, kalemini kağıda götürüyordu. Demokrat Parti’nin düzenlediği büyük kutlamaları haber yapacak, ama aynı zamanda Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın törenlere katılmaması ve toplumdaki karmaşık tepkilere de değinecekti. Onun yazısı, dönemin siyasi atmosferini ve toplumun hafızasında nasıl farklı izler bıraktığını okuyucuya aktaracaktı. Gece yarısı Beyazıt Meydanı’nda yapılan törenler sona ererken, şehir tekrar sessizliğe büründü. Herkes kendi yoluna giderken, bu kutlamaların ardında derin bir anlam, farklı yüzler ve farklı hikâyeler kalıyordu. İstanbul’un Fethi, 500 yıl sonra sadece bir hatıra değil, bir kimlik, bir gelecek tahayyülüydü.
UMUT MERİÇ BERBEROĞLU