Sözlüklerdeki yaygın tanımına göre biyolojik olarak veya evlat edinme yoluyla çocuk sahibi olan erkektir. Terminoloji edinilmiş evladın ve kadının önceki evliliğinden olan çocuğun yeni babasına “babalık”, “üvey baba” veya “cici baba” dese ve üvey kardeşlik için de “ana bir baba ayrı” veya “baba bir ana ayrı” gibi tanımlamalar getirse de bu nüanslar fazla ayrımcı bulunuyor olmalı ki hitaplar “baba”da buluşuyor.
Bir de ataların “dört atanın hakkı bir” sözüne uyularak Türk kültüründe gelin ve damat da “kayınbaba”ya “baba” diye hitap ediyor. Geçmişte genellikle kendisinin bulunmadığı yerlerde bahsi geçtiğinde kullanılan “kayınbaba” sözü, günümüzde yerini “eşimin babası” veya adının sonuna baba eklemek suretiyle “Ali Baba”, “Veli Baba” şeklinde kullanımlara bırakıyor.
Annenin babasına “dede” diye hitap edilirken kimi ailelerde belki de ataerkillik göstergesi olarak babanın babasına “büyükbaba” daha uygun görülüyor. Neyse ki kadınlar için böyle bir ayrım bulunmadığından “babaanne” ile “anneanne” denk hitaplar olarak yan yana gelebiliyor.
Türk kültürü “baba” kelimesine sayısız anlam yüklemiştir. Mesela günlük dilde kullandığımız “baba adam”, “babacan” veya “babalık etmek” gibi deyimler babanın seven, koruyan ve kollayan yönlerine gönderme yapmaktadır. Türklerin devleti “baba” görmesi de bundandır. Göktürk Kitabelerindeki “aç milleti doyurduk; çıplak milleti giydirdik” sözleri, baba-evlat ilişkisi üzerinden devletin bu rolüne işaret ediyor olmalıdır.
Türkistan’da Yesevî’nin hocası Arslan Baba’dan başlayarak Macaristan’da Gül Baba’ya uzanan Türk tasavvuf, tarikat ve tekke kültüründe mürşide, şeyhe, yol önderine hatta önemli âşık ve müzik üstatlarına “baba” denmesi yaygındır. Buna bağlı olarak Türk coğrafyasında bugün de pek çok yerleşim yeri “baba” adını taşır. Bu gelenek günümüz Alevi-Bektaşi ocaklarında “baba”, “dede” ve “dedebaba” şeklinde sürmektedir. Nitekim “baba erenler bir gün” diye başlayan Bektaşi fıkraları Türk edebiyatında önemli bir külliyat oluşturur.
Türk kültürü “aile babası” dediği kişilerin olumlu yönlerinden hareketle toplum önderlerini de “baba” olarak görmüştür. Mesela devlet veya şirket kurucularına; eskilerin “dert babası” dediği ve “babası hayrına” yoksulların, kimsesizlerin yardımına koşanlara veya bir işte, sanatta, meslekte çığır açanlara da “baba” demiş; teşekkürünü “babana rahmet” duasıyla etmiştir.
Türkçedeki diğer akrabalık sözlerinde olduğu gibi “baba”nın da yerini başka sözler alabilmektedir. Bunların en yaygın olanı “ata”dır. Batı Türklerinin “dede” dediği Korkut’a; “Doğu Türkleri “ata” diye hitap eder. Ata; “atasözü”, “atababa”, “atalardan miras” veya “dört ata” gibi kullanımlarda görüldüğü gibi hem baba, hem dede, hem de bütün bir soyun, sülalenin, milletin hamisi, babası ve geçmişidir. Bu anlamda “baba yadigârı”, anı değeri yüksek bir eşya olabileceği gibi miras kalan ata toprakları veya bütün bir vatan anlamına gelebilir.
“Baba” akademik hayatta, üniversitede de kendine özgün bir yer bulmuştur. Resmî literatürde “doktora tez danışmanı” olarak geçen ünvan üniversite hayatında “doktora annesi” veya “doktora babası” olmuştur. Bu ünvan en ümitsiz anlarında bile “anan yahşi baban yahşi” diyerek öğrencisini teşvik eden, elinden tutan ve babalık eden hocalardan mülhem olmalıdır.
Bunlar gibi olumlu, iyi özelliklerinin yanında “baba” bazen son derece olumsuz kullanımlarla da karşımıza çıkabilir. Mesela bir hastalık belirtisi olan “ur”, “çıban” veya “yara”; halk dilinde “baba” olarak adlandırılır ve çevresine zarar veren, kötülük eden insanlara “babalar tut”, “ciğerinde baba çıksın” gibi kargışlar kullanılabilir.
Bahçe çitlerini, merdiven tırabzanlarını tutan direğe veya deniz taşıtlarının bağlandığı yere “baba” denilmesi; her hâlde babanın güven duyulan, sağlam duran yönüne işaret ediyor olmalıdır. Ancak çocuklarına karşı duyarsız ve ilgisiz olan babalar için “iskele babası” veya “Şam babası” denilmesi; kelimelerin bağlamlara göre yeni anlamlar kazanmasına örnek gösterilebilir.
Son zamanlarda adını sık duyar olduğumuz “mafya babası” ise; roman, film ve dizilerden çıkarak gündelik hayatımıza girmiş, “terör örgütü elebaşı” ve “çete reisi” gibi benzerleriyle birlikte dilimizdeki “eşkıya”, “haydut” ve “külhanbeyi” gibi eski kanun dışı kişilere rahmet okutmuştur. Belki de atalar “karga mandayı babası hayrına bitlemez” sözüyle “elini veren kolunu kurtaramaz” denilen bu tür tekinsiz kimselerle kurulan temaslarda tedbirli olunmasını öğütlemiştir.
Halk tutum ve davranışlarını beğenmediği kişilere “asıl almaz bal kokmaz” diye soy sop üzerinden eleştiri getirirken “anası turp babası şalgam” sözünü de kullanır. Bu cümleden olarak eskilerin hukukta “nesebi gayri sahih”, sokakta “veledi zina” dediği “babası belli olmayanlar” ve canını çok yakanlar için kullandığı küfür de hatırlanabilir. Öte yandan zor işi tek başına yapmak anlamına gelse de Türkçede “babasız oğlan doğurmak” deyiminin de varlığını unutmamak gerekir.
Baba; şefkati ve sevgiyi ihmal eder; baskı ve şiddete yönelirse bu otorite evlat tarafından “baba boyunduruğu” olarak görülebilir ve özellikle yeni evlenen oğulların “baba ocağı”nı terk etmesiyle sonuçlanan çatışmalara yol açabilir. Böylece “âdembaba gibi” ortada kalıp bir yorgan ve bir döşekten oluşan mitiliyle baba ocağını terk eden çocuklar, halk arasında “baba kovgunu” olarak adlandırılır.
Babası Karahan’ın Oğuz Han; Dirse Han’ın da Boğaç Han ile kavgası, Freud okulunda Oidipus Kompleksi olarak adlandırılan “baba-oğul çatışması” için örnek oluşturur mu bilmiyorum ama ataların “babayla oğlanın pabucu bir olunca evde kavga eksik olmaz” sözünün bir tecrübeyi yansıttığı açıktır.
Baba-oğul çatışmasında en dramatik anlatımlarından birisi de ataların “baba oğula bağ bağışlamış; oğul babaya bir salkım üzümü vermemiş” veya “baba dokuz oğul büyütmüş; dokuz oğul bir babaya bakmamış” sözlerinde karşımıza çıkar ki bunu Psikanalizin pek sevdiği “denk pabuçların iktidar kavgası”ndan çok “hayırsız evlat” motifi ile ilişkilendirmek gerekir. Atalar “iyi evlat babayı vezir, kötü evlat rezil eder” sözünü böylesi durumları da hesaba katarak söylemiş olmalıdır.
Destansı anlatılardaki baba-oğul çatışmasının aksine masalsı anlatılarda daha çok “baba-kız” uyumu karşımıza çıkar. Üvey annelerin kötülükleri yüzünden babalarından zarar gören Nardaniye Hanım, Pamuk Prenses gibiler bir yana, verdikleri siparişi unutan babalara kızların masallardaki en ağır bedduası unutulanı hatırlamalarını ve dönüp almalarını telkin eden “arkan aydınlık, önün karanlık olsun” şeklindedir.
Günümüzde okula gitmeyen, bir işi olmayan gençlere “ev genci” denilmektedir. Bu durum eskiden Türkçede “baba eline bakmak” olarak ifade edilir ve daha çok haylaz ve tembellere yönelik bir eleştiri olarak kullanılırdı. Günümüzde ataların “babanın sanatı oğula mirastır” öğüdünü tutarak “baba mesleği”ni sürdürenlerin geleneği yaşatırken işsizlik sorununa da çere olduklarını unutmamak gerekir.
Atalar, dünyanın faniliğini, ömrün geçiciliğini ve elde olanın bir gün yitip gidebileceğini “anan güzel idi hani yeri, baban güzel idi hani evi” veya “babasından mal kalan merteği içinde bitmiş sanır” sözleriyle tamahkârlık ve mirasyedilik eleştirisinde bulunuyor. Öte yandan “ölüm hak, miras helal” diyerek “bağ babadan, zeytin dededen kalmalı” sözüyle gelecek kuşaklar için “ha babam de babam” çalışmayı öğütlüyor.
Bilindiği üzere lokantalar için “sen ye oğlun ödesin” fıkraları vardır ve hesaplar hep “babanın borcu” diye gelir. Bu fıkradır ama atalar, “baba koruk yer oğulun dişi kamaşır” sözüyle baba-oğul çatışmasında bütün suçu oğullara yüklemeyi doğru bulmamakta, hayırsız evlatlar olduğu gibi “hayırsız babalar” da vardır demektedir.
Dede Korkut’un “oğul dahi neylesin baba ölüp mal kalmasa, baba malından ne fayda başta devlet olmasa” soylaması; Anadolu ağızlarında “oğlum akıllı malı neyleyim, oğlum deli malı neyleyim”, “sade pirinç zerde olmaz, bal gerektir kazana; baba malı tez tükenir evlat gerek kazana” veya “baba himmet, oğul hizmet” atasözleriyle çeşitlilik kazanmıştır.
Dedem Korkut’un “kız anadan görmeyince öğüt almaz; oğul atadan görmeyince sofra çekmez” soylaması ise; günümüze Ahilik kültüründe, Yaren meclislerinde ve Tanrı misafirliğinin manevi ikliminde ataların “oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi; kız anadan öğrenir sofra düzmeyi” sözünde yaşamaya devam etmektedir.
Ataların “katıra baban kim demişler, dayım attır cevabını vermiş” sözü insana “öp babanın elini” hayretini yaşatsa da elbette babasıyla gurur duymak veya gurur duyulacak bir babaya sahip olmak evlada bırakılacak en büyük miras olsa gerektir.
Prof. Dr. Öcal Oğuz