Yağmurlu bir kış günüydü.
Saat iki suları ve yağmur yavaştan yürekleri serinletircesine eşeliyordu.
Acıların kadını!
Daha önceden dostlarıyla randevulaştıkları mekana tam saatinde geldi.
Onu arkadaşı ve can dostu olan şair ruhlu adam karşıladı. Ama bu karşılama daha önceki karşılamalar gibi değildi. Acıların kadınına farklı geldi. Çünkü onu karşılayan gülen yüz bakışlarıyla acıların kadınının yüreğini deldi, geçti.
Yavaştan yüreğini tuttu.
Allah’ım o neydi?
Sonrada…
Aman dedi sakın!
Kendine gel…
O sana yasaklı dedi, gönlüne.
Ama yürek bu.
Dinler mi hiç onu. Yıllardır haps olunmuş yürek kafesinden adeta fırlayacakmış gibi atıyordu.
Oysa can dostu ona daha önceden bir şeyler hissettirmişti. İlgilendiğini hareketleriyle belli ediyordu. Ama acıların kadınının yükümlülükleri vardı. Ve ona asla umut vermedi.
Peki bu neydi şimdi?
Yüreği yerinden fırlamasının nedeni neydi.
Bu kadar kendinden geçecek bu duygu neydi.
Yoksa..
Yoksa acıların kadını aşık mı olmuştu.
Hem de yüreğinden vurulmuşçasına!
Şair ruhlusu..
Yine gülen yüzüyle hoş geldin dedi.
Ama bu defa bakışlarıyla acıların kadınının yüreğine Erosun oku saplanmıştı. Acıların kadınının eli ayağı titriyordu. Boğazına bir şeyler düğümlenmiş gibi konuşamıyordu. Yüreğini tutmuş, sanırsın özgürlüğe kanat çırpan güvercin misali: Her an yerinden çıkıp uçacak gibi!
Masaya geçtiler.
Masada onları bekleyen başka arkadaşları da vardı. Bütün dostları tek tek acıların kadınına hoş geldin dediler.
Acıların kadını kekeleyerek ancak hoş buldum, diyebildi. Ve çok düşünceliydi.
Oysa o yıllar önce yüreğini söküp, dipsiz kuyulara atmıştı.
Böyle bir şey olması imkansızdı. Şair ruhlusu nasıl başardıysa, sanki uyuyan devi uyandırmış gibi,
Acıların kadını meğerse sevgisiz yıllarca, bir ot gibi yaşıyordu. Gerçi ot demesi, ota hakaret olurdu. Çünkü acıların kadını sevmeyi, sevilmeyi çoktan unutmuştu. Oysa bir kış günü haps olunmuş duygulara sanki bir güneş doğuyordu. Şair ruhlusu ona her baktığında güler. Ve her güldüğünde acıların kadınının yüreğinde güller açıyordu. Adeta gönlünde nisanın beşi gibi hava aşk soluyordu. Şair ruhlusu da gözlerinin içi gülercesine ona bakışlarıyla umut oluyordu. Acıların kadını baktı olmuyor. Özgürlüğe aşka susayan yüreğine söz geçiremiyor. Kalkmak için bir bahane bulup müsaade istedi. Ama şair ruhlusu biraz daha kal der gibi baktı kendisine. Acıların kadınının yüreği çok yorgundu. Kalp atışları sanki karşıdan duyulurcasına atıyordu.
-Korktu çok korktu!
Sanki bütün dostları anlayacak yüreğinde geçenleri.
Oysa yasaklı elma gibi yasaklıydı şair ruhlusu ona. Ama söz geçiremiyor işte gönlüne:
Aşka kanat çırpan yüreğine. O ara karma karışık duygular içinde ikinci defa müsaade istedi dostlarından. Ama şair ruhlusunun gözlerinin içine bakmadan.
Çünkü baksaydı gene kalacaktı. Esir olmuştu sanki efsunlu gülen gözlerine.
Apar topar hızlıca kalktı. Kaçar gibi uzaklaştı mekandan.
O kutsal mekan ki imkansız bir aşk hikayesine daha önceden ev sahipliği yapmıştı. Gözünden yaşlarla ve hızlı adımlarla sanki rüzgarı ardına alırcasına yürüyordu. Yağmur da sanki yanan yüreğine yağıyordu. İbrahim’in ateşini söndüren yağmur gibi. Aynı Zeliha’nın yüreğinde ki ateşi söndürürcesine yağıyordu. O yağmur ki bu defa acıların kadınının yüreğine yağıyordu sanki.
Acıların kadını gitti gitmesinede.
Deli işte:
Sanki yüreğine söz geçirebilecekti.
Bir yandan da kendi kendine mırıldanarak yürüyordu.
Ah acıların kadını sen töreni bilmez misin? diyordu kendi kendine.
Ama…
Beyhude söz geçiremiyordu deli yüreğine.
Hayatında haramdan gözünü sakınan sen.
Ne oluyordu sana?
Şimdi mi yıllardır acılara mahkum olan yüreğini ummanlara salıp umut aramaya çıktın.
O ki sana yasaklı elma,
Ama yürek bu dinler mi
Deli yüreği delirdi işte.
Hatta kendi kendine hem yürüyor hem de düşünce dünyasında teselli ve çareler arıyordu.
-Bir peygamber düşün ki Allah’ın yeme dediğini , yedi.
Belki onu af eden , beni de af eder dedi. Ve şair ruhlusunu göz önüne getirmeye başladı. O da söyledikleriyle ve hareketleriyle belli ki onun gibi aşka susamıştı. Ama her zamanki gibi kendilerini hep ertelemişlerdi. Günler de geçiyordu böylece.
Yine günlerden bir pazar günüydü. Hava güneşli sanki baharı müjdeliyor gibi sıcacıktı.
Acıların kadınının yüreğinde yıllar sonra sevgiden, umuttan yana çiçekler açıyordu: O umutsuz olan yüreğin içinde aşka dair kelebekler uçuşuyordu. Acıların kadını bir anlık yüreğine uyup aşka geldi. Bir umut işte telefona sarıldı. Bir baktı ki şair ruhlusunu aramış. Hoş bir sohbetten sonra ikisinin deli gibi çarpan yürekleri buluşmak istiyordu. Dünden razı olan şair ruhlusu evet buluşalım deyince bir anda tamam dedi acıların kadını.
Sessiz, sakin ve huzurlu bir ortamda buluştular.
Diller sustu
Gözler konuştu
Aşka susamış yürekler tek beden olup buluştu.
Öyle bir sarıldılar ki sanki yıllardır kanayan yaralarına merhem oldu o sarılma.
Ve acıların kadını, Şair ruhlusunun kulaklarına fısıldadı,
Biz birbirimize çok geç kaldık diye.
Şair ruhlusu da ona daha sıkıca sarılarak hiç bir şey için geç kalınmış değil dedi.
Acıların kadını.
-Sen durumları biliyorsun dedi.
-Ya sen olacaksın hayatımda.
Yada elimi kolumu bağlayan; Onlar için canımdan bile vazgeçtiğim çocuklarım.
Ve ekledi.
Ah kader dedi!
Ya yar olacak, yâda yaram. İkisi bir anda kaderimde olmadı, olmayacak da.
Biliyordu çünkü. O bir anne ve bu coğrafyada töre denilen bir şey vardı. Ne kadar eşi ölmüş olsa da törenin bazı kuralları vardı.
Ya evlatlarından vazgeçecek.
Yada yüreğine yeniden yaşama umudu olan sevdasından.
Oysa eşi Allah’ın emri ile ölmüş. Ve eşinin öldüğü gün aslında kadına da yaşarken kefen giydirmişlerdi.
Erkek olsa kırkı beklemez hemen evlenir, evlendirilir.
Ama kadın bir ömür boyu acıya mahkum edilir.
Fark etmez onlar için
Kadın gençmiş hayatının baharındaymış. Hiç önemli değil.
Eşinin öldüğü gün aslında
Bu coğrafyada ki kadının da diri diri mezara gömüldüğü gündür.
Bu şu töre dedikleri. Ne kadarda gaddarmış şu coğrafyada ki kadınlara.
Dedi ve şair ruhlusunun boynuna son bir defa sarıldı.
Boynundan kokladı,
Sanki cenneti koklarcasına!
Allah’ım dedi içinden
Sevdiğim, ömrüm:
Seni sevmek bir ömür olsun,
O ömür de bugün olsun,
Bu gün de kelebeğin ömrü gibi yarin kollarında son bulsun diye yalvardı Rabbine. Ve oradan zorda olsa ayrıldı.
Sonra mı?
Kaderine razı bir şekilde aldı yıllar önce gömdüğü bütün kırılmış umutlarını. Tekrar diri diri gömüldüğü mezarına geri döndü. Daha önce yüzüne gülmediği kaderi şimdi mi gülecekti yüzüne sanki.
Bildiği tek şey; acılar bu coğrafyada ki kadının kaderiydi.
Meral Bayat
Fotoğrafta ki resim alıntıdır