Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
11°C
İstanbul
11°C
Az Bulutlu
Çarşamba Çok Bulutlu
14°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
12°C
Cuma Az Bulutlu
12°C
Cumartesi Çok Bulutlu
11°C

PİS ŞİŞKO

PİS ŞİŞKO
24 Şubat 2025 23:00
4
A+
A-

Kadın baş döndüren kokusunu üstüme dökerek, bana doğru eğilip, kulağıma “Bunu size söylemem belki çok saçma ama…şey diyecektim…” derken, sözünü kestim. “Rica ederim efendim, sizi anlıyorum.. Hiç önemli değil…Nereye atmamı istersiniz?” diye sordum.

1 kişi görseli olabilir

PİS ŞİŞKO

Bu sabah, tramvaydaki kalabalığın arasından, genç ve alımlı bir kadın gözünü ayırmadan ve hayran hayran bana bakıyordu. Kadın öyle uzun uzun bakınca, ben de “Kesin beni bir imza gününden, seminer, söyleşi ya da sosyal paylaşım sitelerinden falan tanıyordur. Haliyle, şimdi de, beklenmedik bir anda beni karşısında görünce şaşırmış olmalı. Yani, o da haklı, insan her zaman benim gibi meşhur birisiyle karşılaşmıyor.” diye düşündüm.

Bu arada, kadın bana gülümsedi.

Ben de gülümsedim.

Bir süre sonra dayanamadı, en ihtişamlı haliyle yerinden kalktı ve upuzun saçlarını savurarak, kalabalığı aşıp yanıma geldi. Ben de bu arada “Şimdi bu benden imza da ister.” düşüncesiyle cebimdeki kalemi aramaya başlamıştım.

Kadın baş döndüren kokusunu üstüme dökerek, bana doğru eğilip, kulağıma “Bunu size söylemem belki çok saçma ama…şey diyecektim…” derken, sözünü kestim. “Rica ederim efendim, sizi anlıyorum.. Hiç önemli değil…Nereye atmamı istersiniz?” diye sordum.

Kadın şaşırdı. O şaşırınca, haliyle ben de şaşırdım. Baktım, konuşmamıza kulak misafir olan dedikoducu otobüs şöförü bizden daha çok şaşırmış.

“Şey, anlamadım? Neyi nereye atacaksınız?”

Salak salak, elimdeki kalemi gösterdim.

“İmza..İmza diyorum…Nereye atayım?.”

“Ay yok..İmza falan değil. Ben şey diyecektim..Yeminle bak, siz benim geçen yıl ölen dedeme o kadar çok benziyorsunuz ki…Rahmetli sanki mezardan çıkmış da karşımda oturuyormuş gibi oldum.” demiş. Demiş diyorum çünkü o andan sonrasını hatırlamıyorum. Hafif bir baygınlık geçirmişim. Sonra diğer yolcular apar topar beni bir koltuğa uzatmışlar. Gözlerimi açıp, kendime geldiğimde, o çirkin, meymenetsiz, pergel burunlu kadın da kulağıma “Ah canım dedem, o da arada bir böyle sizin gibi bayılırdı… Tansiyon di mi? Yaaa, yaaa… ihtiyarlık da zor di mi…Bikbikbik..” bir şeyler anlatıyordu.

Tansiyon sensin hatta ihtiyar da senin baban! Salak şey…Pis…Şişko…Saçları da berbattı zaten.

Hayır tamam, utandın, hatta, benim gibi muhteşem bir yazarın karşısında kalakaldın, imza isteyemedin. Bunu anlarım ama böyle genç, yakışıklı, hayat dolu bir adama tansiyon mansiyon yakıştırması nedir arkadaş!

Bu arada kalemim de yok oldu. Kesin o şişko çirkin şey çalmıştır. Hırhız şişko!

Dedesine benziyormuşum…

Peh!

Sen benim aurama kurban ol emi.

Neyse, şu dil altı hapımı alayım da, sinirim geçsin.

Teallamya!

***

ÇOK BİTTE YANİ

Yan masada yaşlı bir kadın ile erkek oturuyor. Ben diyeyim 70, siz deyin 80e yakın. Bu teyzeyle amca, ikisi de Alman ve konuşmalarından anladığım kadarıyla da, ilk buluşmaları. İkisi de çok şık ve güzel giyinmiş.

Bir süre sonra, hafif cilveyle başlayan muhabbet flörte dönüverdi. Mevzuya mevsimlerden, çiçeklerden, böceklerden girip, baharın insan üzerindeki pozitif etkisinden ve aşkı nasıl tetiklediğinden falan çıktılar. Ben de işi gücü bıraktım, ağzım açık bunları dinliyorum. İşim gücüm var ama kalkıp da gidemiyorum ki. Lan arkadaş, benim bildiğim, ihtiyarlık sohbetleri en fazla prostat-romatizma-takma diş ile emeklilik zammı ve torun-torba üzerine olur. Yalan yok, bunların bu flört halleri gerçekten çok sinir bozucu. Yahu, bırak flörtü, insan yetmiş seksen yıl boyunca, her Allah’ın günü aynada kendini görmekten bile bıkar. Ne aşkı, ne baharı, çiçeği, böceği?

Sonra efendime söyleyeyim, elbette bununla da kalmadı. Hafiften başlayan aşk şiirleri, fonda çalan Fransız tango müzikle birlikte dansa dönüştü. Kadında şuh kahkahalar, saçı sağdan alıp, sola savurmalar. Adam deseniz, başka bir alem. Bıyık burmalar, gözlük üstünden çapkın çapkın bakmalar. Kirveme diyeyim, arada bir de selfi çekmeler, çekerken dudak büzmeler, sosyal medyaya atmalar falan. Kesin hasta bunlar hasta!

Sözüm ona, şurada huzurla oturup, ekmek arası makarnamı yiyip kalkacaktım. Nerde? Bunların neşesinden, rahatlığından yemeğimi de yiyemedim. Kendimi zor tutuyorum. Yoksa kalkıp “Oğlum, yaşlısınız yaşlı! Kimse söylemedi mi size? Bikerem sizin şimdi evde eczane torbalarında ilaç arayıp, tansiyon ölçmeniz lazım. Hayırdır? Sıkıntınız ne sizin, anlamıyorum ki.” diyeceğim.

O değil de, iyi ki, bu iki sevgi kelebeğini Aysel görmedi yoksa akşamları giydiğim ve itinayla göbeğimin üstüne kadar çektiğim çizgili pijamalarım yüzünden “Bak, bak da öğren. Kaç yaşına gelmişler ama halen aşk peşinde koşuyorlar. Yedin ömrümü duygusuz şişman zebra.” diye çemkirirdi.

Şunlara bakın!

Hele hele şunların hallerine tavırlarına bakın.

Haaa, bir de ufaktan ten teması!

Ohhh…

Lan sehr geehrte ihtiyarlar,

Gidip evde paçalı don giyip, ağızda takma dişleri çevirmek, bir de geline sataşıp, gizli gizli torunların çikolatalarından aşırıp mutlu olmak varken, yapmayın böyle şeyler. Çok bitte yani.

***

ÇOK CAN YAKMIŞLIĞIM VARDIR ÇOK

Bir hanın çay ocağında oturmuş, ıslak elbiselerimize aldırmadan çaylarımızı içiyorduk.

İkimiz de perişan haldeydik ve aramızdaki kocaman suskunluğu cama vuran yağmur damlaları bozuyordu.

Bir saat önce, artık bu ilişkiyi yürütemeyeceğimi ve ondan ayrılmak istediğimi söylemiştim. O da bu beklenmedik ayrılık kararımdan sonra susmuş ve tek kelime etmemişti.

Çaylarımız tazelendi, sigaralar yakıldı.

Gözlerine baktım. Çok üzgündü.

Haklıydı.

Çünkü beni çok seviyordu ve eminim ki bir gün ayrılacağımız aklının ucundan bile geçmemişti.

O söylemese, dile getirmese de, bana, kişiliğime, yazarlığıma, pedagogluğuma, şiir okumama, masada otururken, şöyle geriye doğru yaslanıp, elimi Yılmaz Güney gibi masaya koyuşuma, çayı şekersiz içişime, uzun uzun sigara dumanın gölgesinde uzaklara bakışıma hastaydı.

Bildiğiniz, tepeden tırnağa yanıp tutuşuyordu benim için ve sanki ben bunu bilmiyormuş gibi, bir hayvanlık edip, pat diye ayrılacağımızı söyleyerek, onun hayallerini iki üç kelimeyle yerle bir etmiştim.

Ben tam bunları düşünürken, başını öne eğdi ”Canımı acıtıyor Tamer…” dedi.

Zaten kirpik ucuna kadar dolmuş olan gözlerim bu laf üzerine daha fazla dayanamayıp akmaya başladı ama öyle böyle değil, nasıl hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Beni görseydiniz, eminim siz de bu halime dayanamaz, yanıma oturup bana eşlik ederdiniz.

Çay ocağındaki çırak baktı ki, benim ağlamam durmayacak, önce bir iki paket mendil getirip elime tutuşturdu. Sonra onların da yetmeyeceğini anlayınca, koşup dört rulo tuvalet kağıdı daha getirip, kucağıma attı.

Ah Allahım, ben nasıl bir hayvandım, nasıl bir yaratıktım ki, benim için yanıp tutuşan kızı böyle ortada bırakabiliyordum.

Hele de o söylediği son söz ”Canımı acıtıyor Tamer” bıçak gibi beynime saplanıyordu. Ah canım benim ya, kıyamam…

Burnumu silip, elimdeki son ruloyu da cebime soktuktan sonra ”Yani…şey…seni anlıyorum…” diye söze girdim. Bir yandan ağlıyor, fırt fırt burnumu çekiyor, bir yandan da kızı teselli etmeye çalıştım.

”Biliyorum kolay değil. Hani ben de şimdi benim benden gittiği düşünüyorum da, inan ben de senin gibi çok üzülürdüm. Hayır, şimdi sen tut aylarca bana hayran ol, benimle ilgili gelecek hayalleri kur, mutlulukta tavan yap, bulutlara dokun, hayatının erkeğini bul, bana sırılsıklam aşık ol, sonra ben öküz gibi karşına çıkıp ‚ben artık yokum.‘ diyeyim. Gerçekten senden çok özür dilerim…N‘olur daha fazla üzme kendini. Tamam muhteşem biri olabilirim. Pazularıma, şekerpare karnıma bayılıyor olabilirsin, ama inan zamanla unutursun…Şey dedin ya…Canımı acıtıyor Tamer …diye…O canını acıtan şeyin ben olduğumu bilmem…Emin ol canını acıtacak en son insan olmak isterdim.” dedim ve derin bir oh çektim.

Lafım bitti. Bitti bitmesine de, o da “bu salak ne diyor?” gibisinden anlamsız anlamsız yüzüme bakıyordu.

”Tamercim çok özür dilerim, beni yanlış anlama ama salak mısın sen oğlum?” diye sordu.

Ben bu arada ıslak tuvalet kağıtlarından hanın merdivenlerine yol yapmış, hatta arta kalan kağıtları burun deliklerime sokmuştum.

Ben bir elimde çay kaşığı, diğerinde tuvalet kağıdı rulosu ”Yooo…yani…nasıl…Ben pek şey edemedim de…salak derken?..”

Bir hışımla ayağa kalktı. ”Yahu canımı acıtıyor Tamer’i sen ne anladın bilmiyorum ama ben onu derken, sabahtan beri sırtıma batan sütyenimin kopçasından bahsediyordum.”

Lan! Nasıl yani?

Hiç bozuntuya vermeden, bir yandan elimdeki çay kaşığını kulağıma sokarken, diğer yandan da „Elbette ya…Sütyen..Kopça…Evett…Ben de onu diyordum işte…Acı…Kopça…Sütyen…Tabi ya…Ben de tam onu anladım canım…Fena batar…İnsanın nalet gele sana kopçaaaa diye bağırası gelir…Tabi…” diye de iyice s.çıp sonra sıvamaya devam ettim.

Ben lafımı pardon saçmalamamı bitirmeden, o çantasını kaptığı gibi yüzüme bile bakmaya tenezzül etmeden kalkıp gitti.

Canım benim ya. Artık ayrılık kararırım nasıl bir travma yarattıysa, kızcağız ayrılık acısıyla sütyen acısını birbirine karıştırdı. Kesinlikle benim yüzümden öyle üzgündü, biliyorum ben.

Yazık ya, nasıl da dağıldı kız. O dağınıklıkla çay parasını da bana kitledi gitti. Helal olsun kıza!

Şimdi aynada şöyle alıcı gözle kendime bakıyorum da, hani şişkoluğu saymazsak, şu suratımın dörtte üçünü kaplayan sakal ve gözlüğü de bir kenara atsak, kız resmen şahane, mükemmel, mumla aransa bulunmayacak zor bir adamı kaybetti. O çökmesin de, ben mi çökeyim?

Yani yani.

Yoksa sütyen ne ya?!

Hele sütyen kopçası ne?…

Kopça mı kaldı bu devirde. Onun adı sütyen demiri bi kerem.

Kopça!

Hay Allah, hiç güleceğim yoktu akşam akşam.

Bakın bakın, gülerken, nasıl da farklı bir karizma geliyor bana.

Göbeğim bile benimle gülüyor.

Kurrban olurum ben bana ya.

Ne yapayım, elimde değil. Ben de böyleyim işte.

Çok can yakmışımlığım vardır çoook.

***

GÖBEĞİM OLMADAN ASLA!

Yalan yok, göbeğim çıktıkça, daha bir duygusal olmaya başladım.

Kadınları şimdi daha iyi anlıyorum.

Sebepsizce gelen anaçlık duygusu,

Sabahları yataktan çıkmak istememeler,

ota boka aşermeler,

çevreden aşırı ilgi alaka beklemeler…

Kendime paçalı don almak için mağaza giriyorum. Ama sonra bi bakıyorum, ayaklarım beni bebek reyonuna götürmüş. Elimde çıtçıtlı atletler, fırfırlı donlar, zıbın ve şorik bezi…

İnanın, kaç kere kendimi göbeğimi okşayıp “her şey güzel olacak.” derken yakaladım, bilmiyorum.

Aysel her “Tamer sanki biraz abartıyorsun canım. Altı üstü biraz göbek yaptın.” demeye kalksa, hemen şiddetle karşı çıkıyorum. “Hayır, yanılıyorsun Aysel. Sen bu duyguyu dombili olmadan anlayamazsın. Aramazdaki bağı anlaman mümkün değil.” diyorum.

Eskiden korkusuzdum.

Şimdi öyle değil.

Göbeğimi düşündükçe daha bi dikkatli davranmaya başladım.

Artık sorumluluğunu almak zorunda olduğum bir göbeğim var.

Keyfi davranamam.

Parklarda oynayan çocukları gördükçe gözlerim doluyor. Hamile kadınlarla karşılaştığımda, gülümseyerek birbirimizin göbeklerine bakıyoruz falan.

Ama elbette yalnız başıma bir göbekle…Zor kardeşler zor…

T a m e r D u r s u n

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.