Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
9°C
İstanbul
9°C
Az Bulutlu
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Az Bulutlu
11°C
Salı Çok Bulutlu
11°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
13°C

ŞİİR VE ŞARKI SÖZÜ (GÜFTE) ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

ŞİİR VE ŞARKI SÖZÜ (GÜFTE) ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
9 Eylül 2024 11:30
23
A+
A-

Vedat FİDANBOY

Şiir sanatının doğuşundan beri “Şiir Nedir” sorusuna yanıt arana gelmiştir. Eskiden olduğu gibi bugünde ortaya çıkan her şair, bu soruya kendince bir yanıt bulmakta, bu yanıtı okurlarıyla paylaşmaktadır. Hiç kuşku yok ki, bundan sonra doğacak şairler de, bu zincire yeni yeni “yanıt” halkaları ekleyecek onları o günün okurlarıyla paylaşacaklardır

Bir de, şiirin yanı başında onunla kol kola duran güfte(Şarkı Şözü) adında kardeşi, kan kardeşi vardır. Siz ona “şiirin öz kardeşidir” de diyebilirsiniz… Bu kardeş: Televizyon ve radyo kanallarının alabildiğince yaygınlaştığı, musikinin çeşitli teknik araçlarla üzerimizde taşındığı, kulaklıklarımıza kadar girdiği günümüzde, oldukça popüler hâle gelmiştir. Onun bu popüler, cezp edici hali (şiirle birlikte) kimi şairlerimizi kendisine çekmiş, onların gündemlerinin baş köşesine oturuvermiştir. Artık Şair dostlar bu kardeşle ilgili birbirlerine “Güfte nedir”, bir başka deyişle “Şarkı Sözü” nedir sorusunu da sormaya başlamışlar, bunun da “yanıt”larını arar olmuşlardır.

Ben bu yazımda, bu konudaki görüş ve düşüncelerimi (katılır ya da katılmaz, beğenir ya da beğenmezsiniz) sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bence şarkı sözü: Her mısraı en yoğun bir şekilde musiki içeren bestelenmeye en uygun ve en yatkın bir şiir türüdür.

Özellikle “bir şarkıya söz olabilecek” şiirler yazma gayreti içinde olan ve bu nitelikte şiirler yazabilen şairlere de “şarkı sözü yazarı” denilebilir.

Şairlikle, şarkı sözü yazarlığı arasında küçük bir çizgi farkı vardır; bana göre… O da niyettir. Kişi şiir yazmaya mı niyet etmiştir, yoksa bir şarkıya söz yazmaya mı? Ortaya çıkan eser şiire niyet edilerek yazılmışsa, o eser bir şarkıya söz de olsa “şiir” dir. Aksi hâlde niyet, yazılan eserin bir şarkıya söz olması ise; ortaya çıkan eser çok güzel bir şiir de olsa, bence ona ” şarkı sözü” demekte bir sakınca yoktur.

Ancak, şarkı sözü yazarı olmayı aklından hiç geçirmemiş büyük şairlerimizin nice şiirleri de, çok güzel şarkılarımıza “söz” olmuşlardır. Nasıl ki şiiri şarkı oldu diye, şairine “şarkı sözü yazarıdır” denilemezse; şiirin ne olduğunu bilmeden şarkı sözü yazılamayacağına göre, şarkı sözü yazarlarına da “şair değildir” demek büyük haksızlık olur.

Şairin eserini yazarken niyetinin ne olduğunu bilmemiz mümkün olmadığına göre, “niyet okuyuculuğuna” soyunmadan ortaya koyduğu eseri “şiir” olarak görmek ve ona “şiir” demek en doğru davranış olur kanısındayım.

Zira, “şarkı sözü” denilen şey, bestelenmeden önceki ilk hâliyle zaten bir “şiir” dir. Bu şiir, iyi ya da kötü olabilir; ama şiirdir. Böyle bir şiirin bestelenmesi anında içine ikinci bir sesin, yani bestekârın duygularının, musiki bilgi ve birikimlerinin karıştığını görürüz. O şiirdeki manevi değerler, iyi bir bestekârın elinde tek seslilikten çıkar, çok sesliliğe dönüşür. Günümüzde hiç kimse (özellikle musikide) çok sesliliğin tek seslilikten daha kötü olduğunu söyleyemez.

Şairlerimizin yazdıkları her şiir, bu çok sesli olma mutluluğuna, şansına erişebilir mi? Elbette hayır! İşte biz bu şansı yakalamış, bu mutluluğa erişmiş şiirlere “güfte” diyoruz.

Ünlü şairlerimizin, örneğin Yahya Kemal’in, Orhan Seyfi Orhon’un, Faruk Nafiz Çamlıbel’in, Yusuf Ziya Ortaç’ın, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın; hatta Orhan Veli ve Cahit Sıtkı’nın bestelenmiş şiirlerine baktığınız zaman, bu şiirlerin yazılması daha zor, şairanelikten uzak, sade, duru, her kesime hitap eden, herkesin anlayabileceği, ilk okunduğunda hemen ezberlenebilen, akılda kalan şiirler olduğunu görürsünüz. Bu örnekleri oldukça çoğaltmak mümkündür.

“Dil şad olacak diye kaç yıl avuttu felek”, “Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini”, “”Taç olsan başıma takmayacağım” gibi şarkıların güftelerini yazan rahmetli ağabeyimiz şair ve bestekâr Turgut Yarkent bir gün bir sohbet sırasında: “Güfte diye bir şey yoktur; sadece şiir vardır… Ancak, bir şiir bestelendiği zaman güfte olur.” Demişti. Bu fikre ben de dahil olmak üzere birçok kişi katılmaktadır.

Ancak, burada şöyle bir soru soranların sorusunu da duymamazlıktan gelemeyiz “Bestelenerek bir şarkıya ya da bir türküye güfte olmuş her söz acaba şiir midir?”

Doğrusu böyle bir durumda: “Bir şiirin mi, yoksa bir şarkı sözünün mü sanatsal değeri daha fazladır?” sorusuna cevap aramak gerekir.

Bilindiği üzere: Beste, aslında bir şarkının içinden sözlerin çıkarıldıktan sonra kalan musiki kısmıdır. Şiir ise, o şarkıdaki musiki, yani beste kısmının çıkarıldıktan sonra kalan söz kısmıdır. Daha bir genelleme yapacak olursak; zaten musikinin içinde gizli bir şiir, şiirin içinde de gizli bir musiki vardır; olması gerekir.

Bir musiki eseri içinde illâki bir söz olacak diye bir kural ya da zorunluluk yoktur. Yüzlerce sözsüz musiki eseri ve türlerinin olduğu hepimizin malûmudur. O eserleri dinlerken kendimizden geçer ve bizlere sözle bir şey anlatılıyormuşçasına, büyük bir zevk ve haz duyarız… Keza şiir de öyledir. Dışarıdan ayrı bir musikiye ihtiyaç duymaksızın; kendi içinde kendine ait beşeri ve ilahi musikisini taşır, taşımak zorundadır.

Elbette ki her şair şiirlerinin bestelenmesini ister. Ancak, bu duygusunu dışa vuramaz. Dışa vurulamayan bu duygular, zaman zaman kıskançlığa da neden olur.

Günümüzde şiirleri bestelenmeye müsait olmayan kimi şairler, şiirleri bestelenen diğer şairleri küçük görme babından “Ben şairim, şarkı sözü yazarı değilim.” diyerek dolaylı bir biçimde sözde kendilerini yüceltici, karşı taraftakileri küçük düşürücü sözler edebilmekte; şiirleri bestelenen kimi şairler ise, gerçek şairlik vasıflarını unutarak, kendilerini bestelenen şiirlerinin o güzel, o hoş, o renkli havasına kaptırıp karşı taraftakilerin şiirlerini küçümseyici bir tutuma girebilmektedirler.

Her iki davranışta hoş bir davranış değildir bence..

Her şiir bestelenebilir! Ama kolay ya da zor bestelenenleri vardır… Abdullah Satoğlu hocamızın “Su” şiiri gibi öyle şiirler de vardır ki, hiçbir bestekâr böyle muhteşem bir şiirin ağırlığının altına elini koymaya kolay kolay cesaret edemez…

Beste, daha önce de değindiğim gibi tekliği çokluğa dönüştürme eylemidir. Şair ve bestekâra ait tekil duyguların birbirleriyle kaynaşarak senteze dönüşüm hâlidir. Bir bakıma güç birliğinden doğan yeni bir oluşumdur.

Zaman zaman çevremdeki dostlarımdan dinlediğim sözlerin, yakınmaların, eleştirilerin etkisinde kalarak benim de (açıkça itiraf edeyim ki) onlar gibi “Tanrı bütün yetenekleri bir insana vermiş olamaz” diye düşündüğüm olmuştur… Eğer hâl böyleyse, Tanrı’nın adaletsizliği çıkar ortaya… Yoksa bu düşüncelerin kökünde “bir kıskançlık ya da art niyet mi?” yatıyor, bilemiyorum. Günümüzde birçok sanatkâr hem şiir yazıyor, hem yazdığı şiiri kendi besteliyor, hem de bestesini kendi icra ediyor. Yani aynı kişi hem şair, hem bestekâr, hem de ses sanatçısı… İşin en garip tarafı ise; kişi, önce bestekâr olarak ortaya çıkıyor. Sonra şiir, şarkı sözü yazmaya başlıyor. Ya da bunun tam tersi oluyor; önce şiir, şarkı sözü yazan bir kişi, daha sonra bestekârlığa soyunuyor. Bir koltuğa iki karpuz sığdırıyorlar anlayacağınız. Bir koltuğa iki karpuz nasıl sığar? Ya karpuzlar çok küçük ya da koltuk çok büyük olmalı ki sığsın… Bu durumda dostlarımıza küçük bir soru sormak hakkımız olsa gerek: ” Mademki sizler büyük koltuklara sahip kişilersiniz, öyleyse o koltuk altlarınızda küçük karpuzların işi ne?” fikrinden yola çıkarak:

“Günümüzde herkes her işe soyunuyor; kendini büyük, soyunduğu işi hafif sanıyor, hafife alıyor. Sanat gücünü ve yeteneğini bir noktada yoğunlaştıran sanatkârların daha güçlü eserler verdiklerini biliyoruz. Bir örnek vermek gerekirse; sanırım Yahya Kemal beste yapabilecek, Münir Nurettin’de şiir yazabilecek yetenekte kişilerdi. Ama birbirlerinin sahalarında gezinmeyi hiç düşünmediler. Düşündülerse de, ancak kıyısında köşesinde gezinmeyi yeğlemişlerdir belki! Zira Yahya Kemal, Münir Nurettin kadar güzel beste yapamaz, Munir Nurettin de diğeri kadar güzel şiir yazamazdı. Yahya Kemal kendi şiirlerini bestelemeye kalkışsaydı Munir Nurettin’in bestelerindeki tadı bulabilir miydik acaba?” denilebilir.

Ama durum her zaman hiç de öyle gözükmüyor…

Gün oluyor dinlediğiniz, hoşunuza giden bir bestenin sözlerine bakıyorsunuz; bestekârına ait… Bu sözleri tahlil ettiğiniz de dudaklarınız uçukluyor, şairliğinizden utanıyorsunuz… Şiir yazdığını sanan nice şairlere taş çıkartan şiirler olduğunu görüyorsunuz…

Bu yüzden olacak ki, kimi bestekârlar zaman zaman şairlerin şiirleri yanında meslektaşlarının, yani bestekârların şiirlerini bestelemeyi yeğliyorlar..

Şair dostlar: “Efendim ben şiirlerimi bestelensin” diye yazmıyorum ” demekten ziyade, iyice düşünüp kendilerine ” yazdığım şiirler neden bestelenmiyor acaba…” sorusunu sorsalar daha doğru olur kanısındayım.

Şiire, şiir sanatına hiçbir saygısızlık etmeden, büyük ve güçlü şairlerimizden her türlü düşünce ve duygularını özgürce ifade eden (hiciv, mizah, tasavvuf vs.) şiirleri yanında, Türk Sanat Musikimize katkıda bulunmak amacıyla, şarkılarımıza söz olabilecek nitelik, incelik ve güzellikte şiirler yazmalarını beklemek hakkımızdır sanırım.

Ülkemizde başta sanat güneşimiz Zeki Müren olmak üzere, birkaç konuda çok yetenekli insanlar yetişmiştir… “Ancak onlar, nadir insanlardır” deyip geçemeyiz… Bu gibi “nadir”lerin içine karışmayı amaçlayan ve bu uğurda çalışan, koşan koşturan, ter döken günümüzün çok değerli, çok yönlü sanatkârlarından da takdir ve alkışlarımızı esirgememeliyiz..

Gerek Türk Halk ve gerekse Türk Sanat Müziğine aşık biri olarak, türkülerimizin ve şarkılarımızın sözlerine baktığım da genel olarak şunu gördüm ben…

Sözler:

a)Acısıyla, tatlısıyla, hasretiyle, vuslatıyla… aşk; sitemiyle, nazıyla, muhabbetiyle, dostluğuyla… sevgi dolu hep!..

b)Bitaraf… Hiçbir siyasi düşüncenin, hiçbir ideolojinin emrinde değil. Sağcısını solcusunu, ülkücüsünü devrimcisini, dinlisini dinsizini… ayırmıyor; sadece insan olan herkesi, her kesimi kucaklıyor.

c)Her sözcüğü özenle ve titizlikle seçilmiş mısralardan oluşuyor… Hiçbir mısrada düşmanlığı, kavgayı, kini, nefreti, adap dışı durumları anımsatan (savaş, top, tüfek, kurşun vs. gibi) sözcüklerin kullanılmamasına özen gösteriliyor. Zira, bir ülkede kavgayı işleyen, topluma kavgayı özendiren şairler ne kadar çok ise, o ülke kalkınmamış kafası karışık, mutsuz, huzursuz insanlar ülkesidir. Aksine bir ülkede aşk, sevgi, dostluk şairleri ne kadar çok ise, o ülke kalkınmış, huzurlu ve mutlu insanlar ülkesidir. Her şeyde olduğu gibi ülkeler de kavgayla kinle değil; sevgi, dostluk ve hoşgörü ortamında kalkınıyorlar.

Sözü fazla uzatmadan şimdi size çok değerli şair arkadaşım Sevinç Atan’ın bir dörtlüğünü sunuyorum:

Akşam güneşim, kor ateşim, gün ışığım gel,

Buğday başağım, kır çiçeğim, sarmaşığım gel,

Gelmezsen eğer bitmeyi bilmez bu karanlık

Sensiz deliyim, kördüğümüm, karmaşığım gel.

Bu dörtlük bir şiir mi, yoksa şarkı sözü müdür? Bana göre bal gibi şiirdir. Hem de Kadıköy Belediyesi – 2007 yılı Türk Sanat Müziği Beste Yarışmasında Bestekâr Mithat Akgökçe’nin 1. olan Muhayyer Kürdi makamındaki şarkısına “Söz” olan bir şiir…

Sonuç olarak Türk Sanat Musikimizin böyle güzel şiirlere ihtiyacı vardır.

Ne mutlu (ayrımdan gayrımdan uzak) böyle has ve böyle güzel şiirler yazabilen şairlerimize… Ne mutlu onları bulup besteleyerek Türk Sanat Musikimize kazandıran bestekârlarımıza…

NOT: “Küçük Dünyadaki Büyük Aşklarım” kitabımdan

Kültür Ajans Yayınları No:186

1.Baskı, Ocak 2013

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.