YORGUN SAVAŞÇI
/Tertibim Cemil Avcıoğlu’na/
Ali Rıza Navruz
…
Sana dündü yazma isteğim Cemil!
Ama yine yazamadım işte…
Kör olası kaleme geçmiyor sözüm.
Biteviye titrer oldu,
Titrer oldu kalem tutan parmaklar.
Ve yine yaş döker oldu
Özünden kuruyası gözüm…
Bu gün de dolaştım yepyeni ümitlerle.
Çaldığım kapılarda eridi ümitlerim.
En güzel yerinde bölündü rüyam!
Sonra şu bahar mevsiminde,
Hep başıma üşüştü bulutlar.
Yine titredi dudaklar,
Yine kahpe feleğe ettirdi isyan..
Mevzuat nedir bilir misin Cemil?
Duydun mu hiç
Olmaz tokadının acısını yüzünde?
“Bu gün git, yarın gel”lerle
Sarsıldığın oldu mu?
Çektin mi hiç çekilmezliğin cefasını,
Ve sıfırlandın mı elâlemin gözünde?
Öyle büyük ki delikler,
Darı bile yok yamaların Cemil!
Öyle yığılı ki diyetler,
Koysam başımı beş para etmez.
Etse de Cemil,
Etse de kardeşim,
Bu varlık bu borca yetmez…
Geceler uyutmaz,
Gündüzler avutmaz oldu artık.
Düşmanla değil de Cemil,
Hayatla savaşı öğretselerdi acık…
Şimdi anlıyorum artık adûlar kimler!
Fakat “şapka düştü,
Kel açık…”
Öyle bir harp içindeyim ki Cemil,
Ne Çanakkale ne Dumlupınar buna denk!
Ve ben yorgun savaşçı…
“İşte deve/ işte hendek”
Kaz mezarcı ‘derin olsun’ diyorum Cemil,
Bu garibe böylesi gerek..
Konmasın kitabe mezar taşıma.
Bilinmesin varlığımla yokluğum.
Kimse acımasın yaşıma…
Ve cemil, kuruyan dudağıma
Bir damla su ver de,
Bilinmesin; açlık ile tokluğum!