Öncelikle “hoş geldiniz” diyor ve söyleşimizin başlangıcında birkaç cümleyle sizi tanımak istiyoruz. Güney Güneyan kimdir?
Hayatın akışında olmaya çalışan, üreten, küçük mutluluklarla huzur bulan, anın içerisinde neşenin ve sevginin her şeyi değiştireceğine inan bir insan olarak ifade edebilirim. “Tüm bunların dışında Güney kim” diye sorarsanız, gazeteci ve yazarım.
Gazeteci yazar kavramına alışkınız ama gazeteci ve şair kavramına biraz yabancıyız. “Müstakil Beden” adlı kitabınızda da ilk şiir çalışmanız. Siz bu anlamda bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Şiir yazmayı seviyorum, fakat kendime şair diyemem. Benim fikrimce kendine şair diyebilmek çok ciddi bir şey. Türkiye’de herkesin bir unvan fetişi var. Şair gömleği birçok kimseye iki beden büyük gelir. Sırtına geçirenin taşıyabileceği bir şey değil. Tabii, “kendine şair diyenler bunun farkında mı derseniz”, “değil” derim. Ağızdan çıkanı bilmek gerek. Benim nazarımda şiir, insana yaşadığını hatırlatan, içinde hiçliği ve varlığı barındıran, yok olurken var olmaya yarayan bir edebi argümandır.
Üretme evresinde ve sonrasındaki geçen süreçlere bakıldığında, tüm bu zaman boyunca yazdıklarınızdan bahseder misiniz?
Sanıyorum ki; ilk kez bir şeyleri yazıp birileriyle paylaşalı on beş yıl kadar oldu. Önceleri deneme ve şiir, sonraları öykü ve köşe yazılarımla okuyucuyu selamladım. Hayatın gerçekliğine aşığım ve bu gerçeklikten besleniyorum. Çevremde her ne olursa olsun, o olan şey benim için önem arz ediyor. Hüzün, mutluluk, sevinç, korku ya da dram… Tüm her şey içerisinde bir dinamiği barındırıyor. Ben de bunların tümünü ayrıştırıp, zihnimin süzgecinden geçiriyorum. Sonrasında da bazen edebi, bazen eleştiri, bazen ise politik yaratım sürecime katkı sağlıyor.
Edebiyat alanında ilk eseriniz “Müstakil Beden” adlı şiir kitabınızdı. Çalışmanın hikâyesi nedir?
İnsan bedenini müstakil bir ev metaforu ile özdeşleştiğini düşünürdüm. Bu sebeple de kitabımın adı “Müstakil Beden” oldu. Yaşadığım olayları gerçekçi bir biçimde anlatabilmeyi severim. Hissettiklerim de hissetmek istediklerim de bu anlamda benim için bir kılavuz görevi görüyor. Düşüncenin bir formu yok. Kişinin zihnindeki yansımalar dışında şekil alıyor. Şiirlerim, acılarım, mutluluğum, hayallerim ve pek daha çok unsurun birleşmesiyle ortaya çıktı. Her şeye rağmen geriye dönüp baktığımda mutlu olduğum bir çalışmadır.
Ailenizde sizden başka sanatın herhangi bir alanıyla ilgilenen var mı?
Toprağı gani olsun, yalnızca babam ilgilenirdi. Kendisinin yaptıklarını önceden anlamazdım ama sonrasında fark ettim ki; kendisi çağının bilinmeyen entelektüellerindenmiş. Şiir yazardı, müzik kursunun olduğu bir dönemde birçok enstrüman çaldığını ve öğrencilerine ders verdiğini biliyorum. Onun öncesinde marangozluk ve futbol ile ilgilendi. Zamanında anlaşılmamış bir insanmış meğer. Ona dair olan her şeyi ona benzemeye başladıkça anladım. Bazen aynaya baktığımda da ona benzer yanlarım olduğu için hayıflandığım da oluyor, kızdığım da ama ondan bazı aldığım yanlar var.
Şüphesiz her çalışmanız sizin için önemlidir ama ilk göz ağrınız olan eseriniz hangisidir?
“Nepotizm Hipotezi: Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk” adlı kitabım benin ilk çalışmamdı. Her zaman yeri ayrı olsa da pabucu “Prekarya: Özgür Köleler” adlı kitabımla dama atıldı. İlk çalışmam yalnızca ilk olduğu için değil, ilk cesur işim olduğu için önemliydi. Fakat her çalışmam benim için farklı bir anlam ifade ediyor artık.
“Prekarya: Özgür Köleler” adlı son kitabınız geçtiğimiz günlerde ikinci baskısını yaptı. Prekarite kavramını açıklar mısınız?
Prekarya, en yalın ve açıklayıcı tanımıyla; kontratlı, yarı zamanlı veya proje bazlı sözleşmelerle iş yapan sınıftır. Ana etken olarak, sürekli bir iş güvencesi ya da sürekliliği bulunmayan işlerde çalışması gösterilebilir. Çağrı merkezi çalışanları, beyaz yakalılar, kuryeler ve güvenlik görevlileri bu sınıfa en uygun örneklerden biridir.
Prekaryalaşma Türkiye’de ne durumda?
Farkında olmadan prekaryalaşmakta olan büyükçe bir çalışan kesim var. Bazıları prekarya olduğunun farkında dahi değil. Türkiye’de çalışanların yalnızca yüzde 7’lik bir kısmı işinden memnun. Bu bir rakamdan ötesini bizlere anlatıyor. Böylesi mutsuz bir tablo bana kitabımın alt başlığında “özgür köleler” ibaresi eklemeye itti. Çünkü birçok anlamda Türkiye’deki çalışanlar dezavantajlı bir durumda. Prekaryalaşma süreciyle ilgili acı reçete yakın zamanda daha hissedilir olacak.
Bir yazar sanatını icra ederken en çok neye dikkat etmeli? Neler uçuşuyor o zihninizin içinde?
Gözlem yeteneğini törpülemeli ve her an alıcıları açık olmalı… Herkesten önce hikâyeyi koklamalı, zihninde o anı yaşatarak tüm detaylarına hâkim olmalı. Hikâyeyi oluşturan kahramanları incelemeli. Örneğin; bazı zamanlar ücra bir yerde, ücra bir İETT otobüsünde yolculuk ederim. Kulaklıklarım takılıdır ama benim dinlediğim o an o otobüsün içerisindeki insanların iç sesidir. Ne düşündüklerini düşünür, yaptıkları davranışları incelerim. Görünümlerinden karakterler yaratırım. Onlar bunun farkında dahi olmaz ama zihninin içerisine girerim. Tek isteğim o an ne düşündüğünü anlayabilmektir.
Okuma rutininiz vardır mutlaka. Kitaplarla aranız nasıl ve en son ne okumuştunuz?
Ayda en az iki yüz, iki yüz elli sayfa okumaya çalışıyorum. Bu dönem pek kitap okuma rutinimi uyabildiğimi söyleyemem. Çünkü yoğun bir çalışma sürecim var. Bazen insan üstü bir boyuta eriyor. Fakat bu gerçeklikten ilk kaçış noktamda biri okumak olsa da pek bu konuda istediğim verimi elde edemiyorum. Bazı zamanlar yalnızca makale okuyorum. Bunun dışında çoğu zaman ise şiir, öykü ve deneme… Şu an okumakta olduğum kitap ise Bedia Akarsu’nun yazmış olduğu “Mutluluk Ahlakı” adlı eser.
Peki sizi etkileyen şair, yazar ve/veya sanatçılar kim? Ya da var mı?
İoanna Kuçuradi ve Ulus Baker her dönem için değerli isimlerdir. Benim zihnim de uzun bir süredir onların fikirleriyle yoğruluyor. Etkisinden kalmak diyemem, çünkü o hissi sevmem. Fakat varlıkları bana zihnen iyi bir pratik sağlıyor.
İyi yazabilmek için bir formül var diyebilir miyiz? Yazmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?
İyi yazabilmek… Yazmanın öğretilebilir bir şey olduğu kanısında değilim. Fakat şüphesiz iyi yazma eylemini kuvvetlendirebilecek olgular olduğu kanaatindeyim. İyi okumalar yapmanın çok yararlı olacağını düşünüyorum. Olayları iyi özümsemek, bağ kurmak ve empat olabilmek yazın yolculuğunda bir yazar için olmazsa olmazlarındadır.
Gençlerimizi edebiyat ve sanata alanına yönlendirmek için neler yapılabilir?
Kolay bir şey değil kesinlikle. Çünkü artık dünya dijitalleşiyor ve gözlerimizle gördüğümüz şey de şu ki; artık okuma deneyimi farklı formlarda çeşitlilik kazandı. Belki de dijitalleşmeyle farklı adımlar atılabilir. Yönlendirmenin ötesinde teşvikler gerekiyor. Kültür Bakanlığı belki de belirli bir yaş grubuna tahsis edilmek üzere fon ayırmalı… Belki de öncesinde, gençlerin temel problemlerini çözümleyerek; kendilerine ve eğitimine ayırması gereken zamanı tahsis etmeli.
Sizi okumak isteyen, takip etmek isteyen dostlarımız nerelerden ulaşabilirler?
Sosyal medyada her yerde, her platformda yer alıyorum. Onun dışında elbette tüm internet kitapçılarında çalışmalarım mevcut.
Şu ana kadar sohbetimizi okuyan ve bizlere eşlik eden dostlara son olarak ne söylemek istersiniz?
Zaman çok değerli bir kavram ve benimle onu paylaşma lüksünü bana bahşettikleri için onlara minnettarım. Tanıdığım, tanımadığım herkesi kucaklıyorum. İyi ki varlar!
Ödüllü Yazar ve Şair Betül FIRAT
@paradoks.okur.yazar
@yazarvesair.betulfirat
@e.san.mel