Türkçe çok zengin… Ama zengin Türkçe kendi ediplerinden yoksun…
Yosunken, bugün yeni gençlerle ve gençlerin yazdıklarıyla tanıştım. Dürüst olmak gerekirse, gençlerin yazdıklarını büyük bir zevkle okudum. Türkçenin keşfi için ortaya çıkan bu genç edebiyatçılarla ortak vasıflarda olmak zevk verdi bana. Panayır hokkabazlarının sahneye çıktığı bugünkü edebiyat dünyasında Türkçenin hala mümkün olduğunu ispat eden gençlerdi bunlar. Bu mütevazi gençler, gün ışığıyla edebiyatın bütün cephelerini müjdelerken, edep dolu heybelerini düşünce dünyasına sunuyorlardı. Adeta edebin toplumumuzdan göç ettiği bir zamanda haykıran bu gençler bir vicdanın sesi oluyordu. Zaten ne edebiyatsız ve ne de düşüncesiz bir toplum olurdu. Edebiyatsız bir toplum, toplum değil cehaletin bir araya getirdiği heveskarların kalabalığı olurdu. Bu heveskarlar arasında bu gençler fazlasıyla ihmale uğramışlarsa da iltifata ve methiyelere layıktılar. Bunlar benim iyi temennilerim iken, itiraf edeyim ki yazılanları çok edebi ve anlaşılır buldum. Sevinmek lazım iken neden sevinmemeyim ki diye kendi kendime sordum, durdum. Çünkü bütün sosyologlar ve bütün milletler dillerini öğrenmek kendilerine ilk görev sayıyordu. Ama biz toplum olarak Türkçemizin buhran çağında yaşıyorduk. Gerçekleri itiraf etsek, buhran çağındaki yazarlar Türkçeyi en sıkıcı dile çevirdiklerini kabul etmek zorundaydık. Bugünkü hokkabaz edebiyatçıların yazdıklarının tek orijinal tarafı edepten ve yazarlıktan yoksun hödük olmaları idi. Edebe ve edebiyata ihanet içindeydiler. İhanet dolu yanlışları her yazdıklarında adeta köpürüyordu. Cahil toplumların meddahları gibi sahtekar ve kötü niyetli müesseselerden yüz görmeleri hazretleri coşturuyordu. Ama hazretlerin köpürtüp seviyesiz hale getirdikleri dil, bizim Türkçe dilimiz idi. Bunlarla Türkçe anlaşmak ve diyaloga girmek adeta imkansızdı. Cehaletle köpürenler bir mertebeye çıkınca zaten onlarla diyaloga geçmek zordu… Görüşmek bile imkansız hale geliyordu. Görüşsek bile biz bu dilsizlerle nasıl anlaşacağız? Elbette ki en büyük övgü kaynağımız birbirimizi anlamaktan geçiyordu. Ama bizim çocuklar Hüseyin Cemil’i, Refik Halit’i, Peyami’yi, Kemal Tahir’i ve Necip Fazıl’ı bir yabancı yazar gibi okuyordu. Bu durumda bilinmez mi ki edep dolu dünyamız bitiyor, yeni cahil bir dünyamız başlıyor. Ve cehalet; yeni eklenen cehaletiyle kabarıyor.