^^
“Bir dokun bin âh işit kâse-i fağfurdan” diye herhalde bu hâle denir diye düşünüyorum kendi kendime. Şâir yılgın, bitkin, mahzun, yorgun, kırgın… Ve bütün hayalleri girdaplı sulara düşmüş! Şaşırmıyorum elbet bu durumuna şairin. Hatta onu anlıyorum. Çünkü hâlâ “Mânî oluyor hâlimi takrîre hicâbım” şarkısını gecelerin koynunda söyleyip duran da, ben değil miyim? Ben değil miyim hâlâ her nesnede bir gamze çukuru gören? “Susulacak ne çok şey vardı oysa!..”
Şu yalan ömrün bir bahar gecesinde üzerime örtüyorum bir şal yorgan gibi eflatun düşlerimi. Ki; ısıtıversin içimi. İçimde bir yitirilmişliğin derin boşluğunu yaşarken, bir başka gecelerin kollarında hissediyorum kendimi. Ve; 25. saatlerimi bu garip duygularla yaşarken komşunun bebesinin çığlıkları tırmalıyor kulaklarımı. Kalkıp, bir sigara dumanıyla daha dans ediyorum dolunaya karşı… Sonra dönüp odama, hâlâ ağlamakta olan bebeye bir şiir söylüyorum uzaktan uzağa…
…..
Şâirlerdir bebelerin kalplerini kuran derler ya hani, anladım ki doğruymuş… Bebenin ses tonu biraz düştü şimdi. Ama ağlıyor hâlâ… “Süphanallahi Velhamdülillahi Velaaa……” Sinirlendiğimi anladı galiba, yine de kesik kesik sızlanmaya devam! Bir şiir daha ister misin?” diye soruyorum bebeye. Baş sallıyor “he” anlamında.
Oh bee! Bebek sustu şimdi, gözler çıktı iç dünyasında seyahate galiba. Benim başım mı? Yastıkta şimdi… Sayıklamalarsa beynimde!