Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
9°C
İstanbul
9°C
Az Bulutlu
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Çok Bulutlu
11°C
Salı Az Bulutlu
12°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
13°C

MUTLULUK ÇOCUKLUKTA MI KALDI?

19 Şubat 2023 00:09
419
A+
A-

MUTLULUK ÇOCUKLUKTA MI KALDI?

Hüseyin Çelikten

(Karlı bir gün de siyah beyaz bir fotoğrafın anımsattıkları)

Nerede uyursak uyuyalım, yatağımızda uyanacağımızı bilmenin rahatlığını sadece çocukluğumuzda yaşadık belki de. Çocukluğumuzun en güzel yanıydı, uğur böceklerinin uğur getireceğine inanmak. Sadece çocukken mümkündü utanmadan başkalarının yanında sesli ağlayabilmek. Küçükken, “büyüyünce ne olacaksın?” Diyenlere aşık olacağım derdim. Çocuk aklı işte! En derin yaraları aşkın açacağını o yaşta düşünemiyor insan. Büyüyünce anladık radyonun içinde insan olmadığını ve leyleklerin getirmediğini bizi…
Çocukken gidenlerin döneceğini bilirdik, beklerdik. Her ayrılık kavuşmakla biter sanırdık.
Tek derdimiz akşamları sokaktan eve daha geç girmek olurdu, bir de karneye gelecek notlar.
Sınıf arkadaşlarımızın veya kendimizin öleceğini düşünemezdik hiç. Böyle bir ihtimalin varlığı da öğretilmezdi. Büyürken çarpa çarpa öğrendiğimiz gerçeklerden di sevdiklerimizin bir gün bizi terk edeceği, ya da bizim onları…
Komşu bahçelerden topladığımız eriklerin ve diğer meyvelerin tadını, yıllar sonra hiçbir markette bulamayacağımızı bilemezdik elbet. Hoşumuza giderdi macera, çalardık, yerdik, helal edilirdi…
Bir tek karanlıktan korkardık, o da babamız yanımıza gelinceye kadar…
Kavga etmek kolaydı çocukken, ama barışabilmek çok daha kolaydı. Kırılan kalpleri onarmak ta öyleydi, bir özür yeterdi. Özür dilemenin yeterli olmayacağı kadar kökünden kırılmazdık…
Annemizin dövmeyeceğim demesine inanıp bile bile dayak yiyen, kara kedi görünce kendi saçını çeken, hatta kolumuzu ısırıp saat yapan çocuklardık biz. Küçücük şeylerden mutlu olur, çocuk saflığıyla ağız dolusu sımsıcak kahkahalar atardık…
Dizlerimizdeki yaralara tükürük, tütün veya biraz kağıt yeterdi. Acıyan yerimiz öpüldüğünde ağrının geçtiği öğretildi bize, gerçekten de geçerdi. Ancak büyüyünce anladık asıl öpünce hiç geçmediğini yaraların…

Yetişkin olduk, kırıldık, döküldük, incindik. Yaşamın bize hediyeler sunmadığını, bedava peynirin sadece fare kapanında olduğunu fark ettik. Küçükken kurduğumuz düşlerin hepsi gerçek olacak zannederdik; bir baktık ki, yırtık ceplerimizden düşmüş hayallerimiz. Kartopu oynama, kayma sevincinin, zamanla çığ korkusuna dönüşmesiydi büyümek. Ya da büyük bir kumar …
Büyüyünce kaybettik tüm masumiyetimizi. Büyüyünce gördük bütün arka bahçelerini dünyanın. Ne kadar acı çektiysek, o kadar onursuzlaştık. Çocukluk evremizde hiçbir şeyde her şeyi bulurken, yetişkinliğimizde her şeyde hiçbir şey bulamaz olduk…

Çocukluğumu özlüyorum. Hani şu yara bere dizlerimi. Pamuk helva yapışmış suratımı. Evde suç işlediğimde saklandığım kapı ardını. Oysa çoktan sobeledi hayat…

Peki! Hiç kendimize sorduk mu? Neden hep çocukluğumuza gitmek isteriz, neden hep eski günler, eski mutluluklar, eski coşkular daha kocaman, daha değerliymiş gibi gelir ve hep o dönemlere geri gitmek isteriz?
Yeni keşiflerin, buluşların, farkındalıkların en masum, en heyecanlı ve en sevgi dolu şekilde yaşandığı dönem çocukluk evresi olduğundan mı?
İnsanı mutlu eden şeyler bağımlılık yaparmış, belki de bundandır çocukluğumuza gitmek isteyişimiz, unutamayışımız…

Çocuk samimiyetini, güzelliğini kirlettik. Bu nedenle, geçmişteki çocukluğumuzun bir parçasını içimizde, kalbimizin, ruhumuzun en derininde canlı tuttuk hep. Gerektiğinde yeniden yeşertmek için.
Peki! yeşertebildik mi?
Yaşlar ilerledi, çocukluk, gençlik yılları buğulu bir perdenin arkasında kaldı. Öyle bir kaldı ki, ne kalış; çayımız bardakta, sevinçler kursağımızda, sevdiklerimiz uzaklarda, gülüşlerimiz fotoğraflarda, mutluluk çocuklukta kaldı… Unutunca çocukluğumuzu, kırılan oyuncaklar gibi kırıldı kalbimiz de…

Siz nasıl düşünürseniz düşünün. Bana göre; Çoğumuz sattığımız hayallerimizle, ahengi bozuk bir tiyatroda, oyun sonunu bekliyor, ikinci el hayatlar yaşıyor, çocuklukta kalan mutlulukları düşlüyoruz. Ve tedavülden kalkmış çocukluğumuzu…
Bunun en gerçekçi kanıtı da; Olgun kişiliklerimizle kendimizi zaman zaman çocuksu yaramazlık düşüncelerini eyleme dökme çabası içinde bulmamız olmuyor mu? Hatırlayın…

Kaç yaşında olduğumuzun ne önemi var? Yaşanmayı bekleyen, çocuksu mutluluklar var hala. Onları bulduğumuz an ıskalamamak gerek. Zira neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğimizdir mutluluk…
Şimdi soruyorum; büyüyüp te bağıra bağıra ağlayamadığım, şımaramadığım hayat sen ne işe yararsın?

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.