Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
6°C
İstanbul
6°C
Az Bulutlu
Pazar Yağmurlu
8°C
Pazartesi Açık
7°C
Salı Hafif Yağmurlu
13°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
5°C

Kıyıdan Bakınca İstanbul

Kıyıdan Bakınca İstanbul

“İstanbul’u en iyi, bir vapurun camından bakınca anladım.”

Bu şehre yerleşmek için gitmem ben; her yıl yaz ve sonbahar mevsiminde, Düzce’den ara ara uğrarım ona. Gidişlerim bir kaçış değil, daha çok bir yoklama gibidir. Kalabalığın içine karışmak için değil, kıyısında durup kendimi dinlemek için giderim. İstanbul’a her varışımda aynı hissi taşırım: Şehrin merkezine değil, kenarına yakınımdır.

Daha çok Anadolu yakasında bulunurum. Üsküdar’da yürür, Kuzguncuk’ta oyalanır, Çengelköy’te çay içer, bazen de yolu Beykoz’a düşürürüm. Bu tercih bilinçlidir. İstanbul’un Avrupa yakası daha çok anlatılır, daha çok gösterilir. Anadolu yakası ise insana dokunmadan yanında durur. Benim İstanbul’la kurduğum bağ, bu sessiz kabulleniş üzerinden şekillenir.

Deniz, martılar ve boğaz çoğu zaman bana yeter. İstanbul’un karmaşası, telaşı, gürültüsü üzerime sinmez. Çünkü ben bu şehre gürültüsünden değil, sükûtundan tutunurum. Kalabalık, ancak içine girildiğinde yorar insanı. Kıyıda durmayı bilen için İstanbul, şaşırtıcı biçimde dingin bir şehirdir.

Vapura biner, kıyı kıyı dolaşırım. Boğaz’da ilerlerken şehir, kendini taş ve suyla anlatır. Bir yanda Beylerbeyi Sarayı, sükûnetiyle geçmişi tutar; karşı kıyıda Dolmabahçe Sarayı, ihtişamın yorgun hatırasını taşır. Biraz ileride Ortaköy Camii, taşla su arasında dua eder gibi durur. İstanbul, bu üç durakta ne anlatırsa anlatsın, aslında zamanı fısıldar.

Vapurdan indiğimde acelem olmaz. İstanbul’da acele edenlerin şehri daha çok yorduğunu düşünürüm. Benim yürüyüşüm ağırdır; kıyıya paralel, rüzgâra teslim. Bazen bir banka oturur, bazen bir çay ocağının önünde durur, bazen de yalnızca denizi seyrederim. Martılarla aramızda sessiz bir anlaşma vardır sanki; ben onlara bakarım, onlar bana karışmaz.

Üsküdar’da yolum ne zaman daralsa, Aziz Mahmud Hüdayi’nin sessizliğine uğrarım. Orada şehir sesini alçaltır, insan kendine yaklaşır. Beşiktaş sırtlarında ise Yahya Efendi, denize bakarak susmayı öğretir. Bu iki durak benim için birer ziyaret değil; İstanbul’un kalabalıktan sıyrılıp insana benzediği eşiklerdir.

İstanbul, kalabalıklar içinde insanı yalnız bırakabilen nadir şehirlerdendir. Aynı anda binlerce hayat akar, ama kimse kimseye değmez. Bu hâl, rahatsız edici olduğu kadar öğreticidir de. İnsan burada kendisiyle baş başa kalmayı öğrenir. Gürültünün ortasında sessiz kalabilmeyi… Belki de bu yüzden İstanbul bana ağır gelmez. Çünkü ben ondan bir hız değil, bir durma hâli alırım.

Bazen kıyılar da yetmez. Şehir fazla yaklaştığında, insanın omzuna fazladan bir ses bıraktığında, bu kez rotayı biraz daha açarım. Belki Adalar’a bir kaçamak… Büyükada’da bir sabah, Heybeliada’da uzun bir öğle, Burgazada’da sessiz bir akşam. Ada, İstanbul’un insana bıraktığı kısa bir aralıktır. Orada şehir geri çekilir; zaman yavaşlar, insanın kendi sesi daha net duyulur.

Adalar’da İstanbul başka bir dile bürünür. Daha az konuşur, daha çok susar. İnsan yürürken değil, dururken fark eder etrafını. Deniz daha yakındır; gökyüzü daha alçak. İstanbul’un büyük iddiası, adalarda küçük ama sahici bir cümleye dönüşür.

İstanbul’la ilişkim böyledir benim. Ne tamamen içinde ne de büsbütün dışında. Kalabalığını üzerime almam ama yalnızlığını da geri çevirmem. Bu şehirle arama bir mesafe koyarım: vapur mesafesi, kıyı mesafesi, bazen de ada mesafesi. Belki de bu yüzden İstanbul beni yormaz. Çünkü ben ondan bir hayat değil, yalnızca bir soluk isterim.

Her dönüşte Düzce’ye aynı düşünceyle giderim: İstanbul yaşanacak bir şehir olmak zorunda değildir. Bazen yalnızca dinlenilecek bir manzaradır. Ve insan, bir şehri en çok da ondan bir şey talep etmediğinde sevebilir.

Tarık Şahin

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.