Tüm yükümü sana yükledim kehribar:
Parmak izlerim kayboldu,
silindi sana her dokunuşta,
emanet bıraktım kimliğimi habbelerine.
Tüm marifetimi sana sakladım kehribar:
Nakkaşı oldum her bir habbenin.
Dondurup eşkimi,
karanlıkta biriktirdim birer birer,
donmayan yaşlara dizdim sonra…
Sonra kendim dizildim yola,
yol oldum yaşlar kadar,
yolcu oldum taşlar kadar.
Yol ben, yolcu ben…
Yaş benim,
donan taş benim kehribar.
Ayak altında ezilsem
yahut bir alna yazılsam kime ne?
Derdimi sana döktüm diye
payına mesuliyet çıkarma.
Şıklamana bak kehribar.
Dert de benim derman da…
Sana ne?
Sararmış benzine
en parlak gümüşleri işlesem,
tel tel sarsam her zerreni
güzelliğine bir şey katamam.
İncinirsin her kakmada kehribar.
Sen olduğun gibi kal,
gümüşe bezeyip susturmayayım
habbelerin sesini.
Çünkü senin şıklayışın
yanlış yaptıklarımı izahım,
yapamadığım doğrulara eyvahım.
Tesbih demişler sana kehribar:
Sübhan’ı zikre en çok yakışan,
nurun imbiği bir vazife.
Ben kaside diyeyim sana kehribar.
Beyit sayın otuz üçle doksan dokuz arası,
Sübhan’ı övüşün gönüllerin çırası.
Dünyaya sövgü dolu kalbimi
şıkır şıkır parçala kehribar.
Parçala ki dünya sövgüsü
Hak övgüsüne dönsün yavaş yavaş.
Şık-lâ kehribar şık-lâ!
Senin sesin şık, şık, şık…
Benim nefesim lâ, lâ, lâ…
Şık-lâ kehribar şık-lâ!
Güneşi bulup da yansıtmak için
gece dehlizi ruhuma
sallan ekseninde kehribar.
Aynam ol kehribar,
yansıt ışığı gözüme.
Aksın parıltınla yaşlarım avuçlarıma.
Aynam ol deyişim güneşe olan hasretimden.
Sen aynam değilsin kehribar,
aynımsın benim.
Sen toprağın altında ezildin asırlarca,
ben toprağın üstünde…
Seni aradılar üste çıkarmak için,
beni aradılar gömmek için.
Farkımız sadece buydu kehribar.
Sen cevher olsan da ben toprak olsam da fark etmez,
kavuşacak ellerim ve donmuş reçine.
Kavuşsun ellerim ve ellerimde şıkırda,
çünkü senin şıklayışın
göz kapağımla sakladığım günahım.
Damla demişler sana kehribar.
Aşığın gözünden mi damladın,
sevgilinin yüreğine mi damladın?
Söylesene;
düşüp düşüp de
kaç yürek dağladın?
Rol yapmayı bırak kehribar!
Çam sakızı kokan avuçlara
çoban armağanı değilsin sen.
Delikanlının elinde salınıp durursun.
Deliliğine vesile,
coşan kanına sebepsin.
Hakikaten, nesin sen kehribar?
Parmaklar arasında raks ederken başka,
vird olup işaret parmağında bir velinin
kalbi gümletirken başka…
Sıkma demişler sana kehribar.
Söz dinle işte,
sıkma ruhumu, daraltma.
Amber demişler sana,
misk ile yarışırsın.
Maralın yüreğinden mi gelir kokun
yoksa bir okyanus esintisi mi?
Ben sana cennetim diyeyim kehribar.
Güneş vurduğunda
ırmaklar akar senle,
kuş sesleri sarar her yanı.
Irmağın üzerinde ben, avuçlarımda sen…
Irmak dursun, kuşlar sussun.
Yalnız şıkırtın duyulsun kalplerde,
Çünkü senin şıklayışın,
“Belâ” haykırışıyla
sela çığlığı arasında kalan âhım
Ahmet Yaman