Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Parçalı Bulutlu
5°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
4°C
Cuma Açık
8°C
Cumartesi Çok Bulutlu
14°C

Kaos’un içinde sarsılmamak: Her şey değişirken bizler neyi sabit tutmalıyız?

Kaos’un içinde sarsılmamak: Her şey değişirken bizler neyi sabit tutmalıyız?

Rengi koyu yeşile çalan, birbirine sıkıca tutunmuş yapraklarıyla göğe uzanan gür bir ağaç canlandırın zihninizde. Havada süzülen rüzgarın hafif esintisiyle kıpraşan yapraklar ile dalların hareketleri gözünüzün önünde belirsin. Bakışlarınızda bu eşsiz manzara gezinirken kulaklarınızda ise şarıl şarıl akan ırmağın sesini işitin. Suyun durmaksızın akışını, yaprakların rüzgarla dansını ve yaşamdaki bu kımıldanışları fark edin. Tıpkı hayal ettiğimiz bu görüntüdeki gibi, değişimin ve döngünün kaçınılmaz olduğunu tekrar hatırlayın.

Sürekli bir nehir gibi akan bu hayatta, çoğumuz aynı suya iki defa giremeyeceğimizin elbette bilincindedir. Peki ya bu başkalaşım fırtınasının içinde bizler hangi dala tutunmamız ve neyi muhafaza etmemiz gerektiğinin farkında mıyız?

Daha da somutlaştırmak gerekirse, gittikçe dijitalleşen ve kör sistemlere evrilen bu çağın döngüsünün içinde bugünlerimiz; yarınlarımızı genellikle tutmuyor. Her geçen vakit insanlık gelişmeye ve büyümeye devam ediyor, çoğalıyor ve bunun sonucunda oluşan toplum kalabalığının arasındaki kişiler; gitgide kendilerine yabancılaşmaya yüz tutuyorlar. Ve sonunda asıl benliklerini yitiren bu insanlar, hayatın işleyişinin ortasında bir başlarına kalmaya başlıyorlar. Bütün hislerinden mahrum kalıyor ve insan olmanın temelinden uzaklaşıyorlar. Böylece her şeyin değiştiği bu dönüşümde bizzat benliklerini koruyamayıp kendi iradesinden yoksun, ruhsuz bedenlere dönüşüyorlar. Yalnızlaşma duygusu onları sarıp sarmalayıp daha da etkisi altına alırken ayak uydurdukları bu yaşamın ağırlığında ezilmekten başka bir şey gelmiyor ellerinden.

Topluma uyum sağlama çabaları yalnızca bunlarla kalmakla da tükenmiyor ne yazık ki.

Örnek verirsek, değişken yaşam koşullarının gittikçe daha da zorlaşması; insanların böyle güç şartlara adapte olmasını gerektiriyor. Bu koşullarda yetiştirilmeye alışmış toplum, acımasız bir kimliğe bürünmeyi daha cazip görüyor. Zira böyle gelip giden bu düzende merhametli olmak, kendilerine daha zahmetli geliyor. Nihayetinde ise, içlerinde yatan o saf iyilik duygusu varlığını daha fazla koruyamıyor ve bunun sonucunda kendilerinde kalmayan vicdanlarının burukluklarıyla yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Ve değişimin arasında dengede tutamadıkları değer, kaybettikleri bu insanlık oluyor.

Şimdi bir de çağımızın en fazla büyüyen gelişmelerinden biri olan dijitalleşme üzerinden konumuzu inceleyelim. Bildiğimiz gibi teknoloji ve yapay zekanın kapsam alanının devamla genişlemesi sonucunda sosyal yaşamdan izole bir şekilde sürdürülen hayatların sayısı daha da yükseldi. Bu büyüme beraberinde birçok yarar getirse de aslında insanların birbirlerine karşı mesafelerinin daha da artmasına sebebiyet verdi. İlişkiler ve bağlar yüzeyselleşti, toplum kalabalığı her ne kadar çok büyüse de içsel yalnızlaşma bir o kadar fazlalaştı. Yine önceden de değindiğimiz üzere, kişiler kendine bile yabancılaştı. Bu karmaşanın içinde şahsiyetler, bağlarını sabit tutamadı. Vefa ve diğer değerler sanki hiç olmamış gibi bizlere veda etti. Dijitalleşen bu çağda insanlık, ruhunu kendi ellerinde boğdu; geriye sadece yankısı kalan bir sessizlik bırakarak.

Bunların toplamında aslında kavrıyoruz ki, rahatsız edici derecede süratli gelişmekte olan bu dünyada her geçen gün meydana gelen çeşitli değişmelerin döngüsel sürecine maruz kalırken bizim tutunmamız gereken faktörün ne olduğunun cevabı hep aynı yola çıkıyor.

Öyle ki aradığımız cevap, çok da dışarıda değil. Yeni bir slogan bulmanıza ya da odağımızı dışa çevirip kurcalamamıza lüzum yok.

Zira sıkı sıkıya tutulmamız gereken dal, bizzat içimizde sessizce duran o salt gerçektir: Kendimize verdiğimiz sözler.

Bunun nedeni de aslında, dışarıdan gelen her şeyin değişkenliğidir: insanlar, beklentiler, medya, gündem ve dahasının bizi yorup bıraktığı, kendini kanıtlama taleplerinin kulağımızı çınlatıp zihnimizde adeta bir münakaşa yaratması bizleri bir noktada yorar. Lakin insan, kendi iç sesiyle kaç defa karşı karşıya kaldıysa o kadar büyür ve bilinçlenir.

Ne var ki, bugünlerde değer olarak nitelendirdiğimiz her şeyin farklı bir kimliğe bürünmek zorunda olması bu yüzleşmeyi gitgide ertelememize sebep olmaktadır. Dürüstlüğün değer kaybettiği, sadakatin bir aksesuar gibi kullanıldığı, iyiliğin “enayilik” yaftasıyla susturulduğu bir çağda kendimize verdiğimiz sözü unutmamak, sığınağımız niteliğindedir.

Tüm bu hengâmenin içinde ise dönüp dolaştığımız yerde hep bu hakikat belirmektedir. İnsanı hayatta tutanın, dış dünyanın hoyrat akışına tutunmak değil, kendi içinde sakladığı sükuneti kaybetmemek olduğunu daha da iyi kavrar böylece insan.

Kişinin kendine olan sözü değişmediğinde, tam da o noktada benlik denilen özümüz harekete geçer. Dışarıdaki ırmak ne kadar hızlı akarsa aksın, yeller ne kadar hiddetli eserse essin, yaprakları ne kadar savrulursa savrulsun insan; bir ağaç misali köklerini toprağa bütünüyle sabitlemek zorunda olduğunu bilmeli ve değişimin içinde kendi özünü unutmamalıdır. Bu da ancak kendine verdiği sözleri her zaman hatırında tutmakla ilişkilidir. Teknoloji büyür, şehirler genişler, zihinler yorulur. Fakat bunlara rağmen insan, kendiliğini unutmadan kalmaya çalışmalıdır.

“Ben iyi biri olacağım.” veya “Ben içimden taşını bastırmak yerine ifade edeceğim.” gibi cümleleri kendine kurabilen kişi içtiği andın etrafında bir çekirdek oluşturmayı başarabilendir. O çekirdeği sarsmamayı becerebileni, değişim asla korkutamaz. Çünkü değişim onu savurmaz, aksine o değişime yön verir.

Ve işte bu yüzden, her şey değişirken muhafaza etmemiz gereken şey; dışarıdan görünene değil, içeride kalana körü körüne sarılmaktır. Sabit tutmamız gereken faktör; bir ideoloji, bir insan, bir söz, bir moda değil; kimse görmese de doğruyu seçtiğimiz anlar, kimsenin duymadığı dileklerimiz, alkışlanmayan iyiliklerimiz ve varolan insanlığımızı koruyabilmektedir.

Şimdi bırakın dünya değişsin. Zaman aksın. İnsanlar gelsin, insanlar gitsin. Teknolojiler çoğalsın, şehirler büyüsün, kelimeler yenilensin.

Ama bizler, kökümüzü daima hatırımızda tutmalıyız. Zira bilmemiz gerekir ki; bir ağaç gökyüzüne ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın onun canlı kalmasını sağlayan, toprağa bağlı oluşu ve yer altına uzanan kökleridir.

Ve insan olarak bizlerin kökleri ise benliğimizdir.

Meryem EK

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.