Derbeder bir yaşamım oldu. Başı kesik gençlikten sonra da derbederdim. Etrafımdaki herkes keyif ve yaşamın zevkindeydi. Herkes mutlu bir patron gibi para kazanıyordu. Ben sadece yalnız ve tek başına yaşıyordum. Ben tek başıma kalırken, hokkabazlar sıra gecelerinde dolaşıyordu. Birbiriyle yardımlaşıyor ve birbirine yardım için koşuyorlardı. Dışarı çıkmak… Dışarı çıkıp da ne yapacağım. Dışarıda, tutmak için el attığım her dal elimde kalıyor. Dolaşacağım sokaklar toz duman bulutuyla birbirine karışıyor. Böyle, şöyle değil, o kadar yalnızım ki, hayatıma girmek isteyen birini bulamıyorum. Ev var mıydı? Evet, çok şükür bir ev vardı. Başımı soktuğum bir evdi sadece. Ziyaretçilere açık bir kapısı ve boş kalan bir misafir odası vardı. Sessiz sedasız bir ev idi işte… Ve evimde akrabadan, dosttan bihaberim. Yüzlerini görmediğim gibi simalarını da unuttur gibiyim. Bazen hokkabaz arkadaşlarımı kıskanıyorum. İşlerini biliyorlar ki parayla şan şöhret sahibi oluyorlar. Benim en lüksüm, bir sandalyeye ilişmek ve masada yazı yazmak… Diğer lüksüm param varsa kahve alıp, kahve içmek. Bereket versin ki yazmak için damarlarımda kanım alev gibi kabarıyor. Ama bu kutsal şehirde yazı yazmak murdar olmuş kişilerin işine yaramıyor. Ben yine de bazen yazı malzemesini toplamak için şehrin boş caddelerini dolaşıyorum. Kime ne diyeceğim ki herkes memleketin halinden ve tahribatından memnun. Ne yazık ki sokaklarda her şey hayatın icaplarına göre değil de, siyasetin icaplarına göre düzenleniyor. Sokaklarda açıkgözlük revaçta olduğunu hissettiğimde ayrılıp yazı yazma uğraşıma geri dönüyorum. Uğraşım sadece yazı yazmaktır. Kaderin çok iltimaslı kullarına bahşettiği ilahi bir ziyafet benim için yazı yazmak… Yazı yazmak, kişiliğimi yansıtarak şahsiyetimin çoğunu emzirmesi oluyor. Emzirme ile kelimeler bana gıda oluyor. Nihayet benim dünyam kelimelerden ibaretti… Kelimelerden ibaret ama arkadaşsız… Peki niye yavan ve arkadaşsız olmaktadır? Acaba serseri Yahudi’nin bedduasına mı çarptırıldık? Biliyoruz ki; Serseri Yahudi bir ayakkabı tamircisidir. Yahudi’nin felaketi şuradadır ki; Ayakkabılarını tamir etmeye gelen Hz. İsa ile sohbet etmez. Sohbet etmemekle kalmaz Hz. İsa’yı kovar. Ve bu Yahudi Tanrının gazabına uğrar. Ayakkabısız olarak kıyamete kadar dünyayı dolaşmaya mahkum edilir. Uğradığı her ülkede insanlar arasında karışıklık çıkarmakla beraber felaket taşıyıcısıdır. Yahudi’nin uğradığı ülkelerde arkadaşlık sekteye uğrar ve dostluğun iflah olması mümkün olmaz. Biz de kaç asırdır dostlarımızla ve arkadaşlarımızla iflah olamıyoruz. Yoksa bu Serseri Yahudi ülkemize uğrayıp yerleşmiş miydi? Eğer öyle ise; hayatımıza bir harami sessizliğiyle giren bu Serserinin ispat ettiği tek gerçek; barışa ve sevgiye gidecekken havlu atmamız idi.
İbrahim AYĞIRCI