Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
24°C
İstanbul
24°C
Parçalı Bulutlu
Salı Yağmurlu
19°C
Çarşamba Çok Bulutlu
18°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
17°C
Cuma Hafif Yağmurlu
20°C

Harflerin Sesi

Harflerin Sesi
24 Eylül 2025 19:44
16
A+
A-

        İzmir’in taşlı sokakları, sabahın ilk ışıklarıyla altın rengine bürünmüştü. Martıların çığlıkları ve denizin tuzlu kokusu, sanki geçmişin fısıltılarını taşır gibiydi. Öğretmen Emre, elinde dedesinden kalma eski bir defterle okulun avlusunda yürüyordu. Defterin sayfaları sararmış, köşeleri kıvrılmıştı; ama her harfi, Türk milletinin binlerce yıllık ruhunu barındırıyordu. Sınıfa girdiğinde çocuklar merakla yerlerine oturdular. Aralarından sessiz Ayşe deftere bakıyor, her kelimenin tarihini hissediyordu. Mehmet, yıllardır duymak istediği hikâyeyi sabırsızlıkla bekliyordu. Emre derin bir nefes aldı: “Evlatlarım, Türk dili yalnızca bir iletişim aracı değildir. O, bir milletin kalbidir, ruhudur, varlığının teminatıdır. Bilge Kağan, Orhun Yazıtları’na ‘Türk budun için gece uyumadım, gündüz oturmadım’ demişti. O geceyi, o gündüzü yalnızca devlet için değil, dil için yaşamıştı. Düşünün; gökyüzü yıldızlarla doluyken, Bilge Kağan’ın gözleri taşlara dikilmiş, kelimeleriyle halkının geleceğini yazıyordu.” Sözleriyle çocukları zamanda yolculuğa çıkardı. Zihninde onları Orhun Yazıtları’nın dikildiği 8. Yüzyıla taşıdı: Kağan, geceyi gündüze katıyor, milletinin diline sahip çıkıyordu. Sonra zaman kaydı, 11. Yüzyıla geldi zihni: Kaşgarlı Mahmut, Arap saraylarının odalarında sözlüğünü yazıyor, Türk boylarının kültürünü ve kelime hazinesini kaydediyordu. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’i kaleme alıyor, devletin işleyişini Türkçe anlatabiliyordu. Emre, defteri açtı ve sayfaları gösterdi: “İşte bu, milletimizin diliyle var olmanın gücüdür.” 13. yüzyıla geçtiler zihnen: Karamanoğlu Mehmet Bey, “Şimden gerü divanda dergahda bargahda mecliste meydanda Türkçeden gayri dil kullanılmaya” fermanını yazıyor, Anadolu’da dil bilincinin yaşaması için mücadele veriyordu. Zaman bir kez daha ilerledi: 20. Yüzyıl, Cumhuriyet dönemi… Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda Türk Dil Kurultayı’nı topluyor, “Lisan milliyetin kalbidir” diyordu. Kelimelere milli karşılıklar buluyor, “Mevcut – Var olan”, “Şekil – Biçim” gibi örneklerle Türkçeyi güçlendiriyordu. Sınıfta sessizlik hâkimdi. Ayşe ve Mehmet, Emre’nin sesinin büyüsüne kapılmış, kelimelerin içindeki tarihi ve milli ruhu hissediyordu. Emre ekledi: “Çocuklar, bir milletin dili sadece konuştuğu kelimelerden ibaret değildir. O, bir tarih, bir kültür, bir kahramanlık destanıdır. Her kelime bir atanın fısıltısıdır; her harf bir milletin kalbidir. Bizler o kalbi yaşatacak nesiliz.” Ders sona erdiğinde çocuklar sınıftan ayrıldılar. Emre pencereye yaslandı, dışarıdaki çınar ağaçları rüzgârla dans ediyordu. Taşlar hâlâ geçmişin hikâyelerini fısıldıyordu. Defteri sımsıkı tuttu; çünkü biliyordu ki, Türkçe, milletin kalbinde sonsuza kadar yaşayacak, birliğimizi ve kültürel kimliğimizi koruyacaktı.

UMUT MERİÇ BERBEROĞLU 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.