Sanni on beş aylık bebeği Ahsen ile birlikte çalıştığım otelde konaklayan kırk yaşlarında Finlandiyalı bir kadındı. Güney ilçelerimizden birisindeki otelimize birkaç gün önce giriş yapmıştı. Çok güzel İngilizce konuşuyordu. Bir sabah plaj havlusu almak için resepsiyona uğramış, havlu depoziti ödemek için hem cüzdan hem de cep telefonu kılıfı gibi kullandığı siyah deriden cüzdanı açıp depozitini bırakmıştı.
Akşamüzeri, bebek arabasını sürerek panik halinde lobiye geldi. Yüzü kıpkırmızı, eli ayağı birbirine dolaşmış, ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi. Cep telefonu ile birlikteki cüzdanını kaybetmişti. Kadıncağız nesi varsa o kılıfın içerisine sokuşturmuştu. Kredi kartları, sürücü belgesi, bir miktar nakit parası hepsi içerisindeydi. Neyse ki pasaportu o kılıfa sığmamıştı.
Kendisine sakin olmasını, bebek çantasını, bebek arabasını ve diğer eşyalarını güzelce aramasını, cüzdanının mutlaka buralardan bir yerlerden çıkacağını söyledim. Beraberce aradık. Ancak cüzdan da telefon da ortalıkta yoktu.
Öğle yemeğinden sonra bebek arabasıyla otelden çıkıp, karayolunun deniz tarafındaki kaldırımdan sol tarafa dönerek yat limanına doğru yürümüş, seyir terasında oyalanıp fotoğraflar çekmiş, biraz ilerdeki parkta sallanan banklarda oturmuş, yine fotoğraflar çekmiş, bebeği ile oralarda gün boyu vakit geçirmişti. Otelden sadece yarım kilometre kadar uzaklaşmıştı. Otele geri dönerken yine seyir terasında durmuş, son bir kare fotoğraf daha çekmek isteyince cüzdanı ile birlikteki cep telefonunu bulamamıştı. En son nerede kullandığını, ne yaptığını hatırlamıyordu. Sağı solu aramış, parkın kafeteryasındaki görevlilerden yardım istemiş ama cüzdanı ve telefonu bulunamamıştı.
Aynı şehirde çalışan Türk bir erkek arkadaşı vardı. Ama onun telefon numarası da kaybolan telefonda kayıtlıydı. Hatta memleketinde annesinin telefonunu bile hatırlamıyordu. Kredi kartlarını hemen iptal ettirmesi gerekiyordu ama ulaşması gereken telefon numaraları da yine kaybolan telefonda kayıtlıydı. Panik halinde bir oraya bir buraya koştururken bebek de belki açlıktan, belki yorgunluktan, belki ilgisizlikten belki de bütün bu sebeplerin toplamından sürekli ağlıyor, susmak bilmiyordu. Bu da zavallı annesinin stresini ikiye katlıyordu.
Kendisi, cüzdanının birisi tarafından bulunup getirilme olasılığını sorunca ben de ne diyeceğimi şaşırdım. Aslında öyle olmadığını düşündüğüm halde, kendisini hepten ümitsiz ve çaresiz hissetmesin diye “Siz hiç merak etmeyin, mutlaka birisi bulup haber verir,” dedim. Sonra, belki de polise falan teslim edilir diye kendisini karakola kadar götürüp bilgi vermesini sağladım.
Sonunda odasındaki dizüstü bilgisayardan sosyal medya hesapları üzerinden erkek arkadaşıyla iletişim kurmayı başardı. Aynı zamanda bebeğin de babası olan Türk erkek arkadaşı akşamüzeri otele gelerek kendisiyle ilgilendi. Oda ücretini ödeyerek tatilini uzattı. Sanırım sonra da Finlandiya’daki annesiyle bir şekilde iletişim kurmayı başarmıştı.
Bir gün sonra kahvaltı saatinde, dokuz kilometre ilerdeki bir otelin ön bürosundan bir bey aradı. Bayan Sanni’nin cep telefonu ve cüzdanı bir misafirleri tarafından bulunmuştu ve Sanni’yle birlikte gidip teslim almalıydık. Haklı çıkmış olmanın verdiği gururla, kadının odasına telefon ettim. İyi haberi ilettiğimde yaşadığı sevinç ve şoku anlatmaya kelimeler yetmezdi.
Hemen kendisini otelin aracıyla söz konusu otele götürüp resepsiyonda görevli beyi bulduk. Ancak cüzdan, o beyde değil lobinin bir köşesinde oturmakta olan, cüzdanı bulan misafirin kendisindeydi. Cüzdanı, spor yapmak amacıyla şehir merkezinden oteline doğru yürüyerek gitmekte olan bir İngiliz turist bulmuştu. Cüzdanda bizim otelin kartı olduğu için polisi değil direk bizi aramışlardı. Sanni cüzdandaki on Euro’yu İngiliz’e vermek için uzattı. İngiliz turist “Böyle bir şey benim başıma da gelirse, inşallah getirip cüzdanımı bana verirler.” diyerek parayı kabul etmedi. Gördüğünüz gibi ülkemizde(!) iyi insanların köküne henüz kıran girmedi.
Saygılarımla…
Necati KÜÇÜK
( Az Efe )