Öteki kentin adıydı kasıntı
Ürkünçtü sanıları bile
Keskin dişli sanrılarla karşılardı geleni
Maskesi yepyeni dursa bile. .
Dur duraksız, afilli sarsıntı..
Yatık kentlerden gelmiştim bu dikit kente
Adriyatikten seçip beğendiğim bu ayrılıkla
Yakıştı dese de divaneliğin aynası,
Emin değildim ben yine de.
Geride çünkü
Her gün ölen
Çığlık çığlık insanlar bırakmıştım sessizce
Ve kırmızıya boyalı vakitler.
Ve daha koyusu var mıdır diye bu renksiz hıçkırışın
Tereddüt eklenmekte zihnime, dipten dibe.
Doğudan tellenen turnalar
İşkillendiriyor beni delim deşik, bilirim.
Bu göçüş ki yanık kentlerden yakan kentlere,
Bilirim sızlatacak bu vicdan yorgununu.
Hem yürekler kapalı göğe burada,
Teşhirden sıra gelmiyor tefekküre.
Sınanabilecek bir ruhu
Göremedim caddelerinde eni sonu.
Oysa iki dal sigara,
İki dal ay ışığı;
Gözümde gayrısı yoktu.
Geriden geri tepmişim meğer
Kanlı da olsa huzuru.
Ayıklanacak çok unsur var, öteki ve yeni kentte
Bildiğiniz dördün dışında
Kırıktı bir de ışımsız ayı.
Ve sen takat yetiremezsin diyordu
Dört duvar, bu iğrentiye.
Parmaklıkları yaralıyor gecesini
Kodes sendromu. .. ruh yarıkları…
Gündüzü çalıntı güneşi,
Sopsoğuk sokakları bu yüzden,
Sarkıyor insan yüzlerinde buzullar..
Hem bir de eğri durmakta
Gün ortası gölgesi
Ve uçurumlar…
Hey be hey sabahları
Ay mı ay akşamları
Üstelik öylesine çağlayanî huzuru
Vardı eskisinin.
Bin gömlek üstün sevmeler
Damlardı pervazlardan.
Deli divane göğerişlerin
Üstüne yoktu başka öykünüşler.
Bu yüzden bağdaş kurup ay kumsalına
Dert döke döke
Bengisu serpe serpe
Üfleyesi gelirdi insanın
Üfül üfül bir neye.
Ayrımsız ayrıntıların kenti be hey!
Düşen uygarlık düşe!
Be hey kilit takılamaz şairleri!
Aşınmamış dizelerde şahikalı söyleyişler!
Tutuklatın beni eskiye!
YUSUF GÖKBAKAN