Alıştık artık, köleliğe ve ümitsizliğe. Minarelerimizde ezan okunuyor. Camilerimizde ibadet ediliyor. Dualarla ibadeti yaşayanların hayatlarında bir değişiklik yok. Her şey eskisi gibi heyecansız ve soğuktur. Soğuk hayat; bütün çarpık hisleriyle donuktur. Donuk hislerle yabancının her telkinine kulaklarını açmışken, heykel daha çok taşlaşıyor. Mezar taşı gibi, sokaktaki heykel gibi. Endişe içindeyiz ama endişe duyduklarımız hala ilmin perhizi içinde duasıyla ibadete devam ediyor. Kafalarına tokmak yemiş bir yaralının şuursuzluğuyla cehalet dolu ibadetlerine yapışıyorlar. Düşünemiyorlar. Bir zelzeleyi haber veren cehaletleriyle karanlıklarda… Ve karanlıkta cehalet, cinnetin kamçısı gibi yüzlerini kamçılıyor. Yine de cehaletlerini aydınlatan tek ışık, tek çalışma yok. Korkunç bir sarsıntı ile haritalarında silinen toprak parçaları var. Kopan toprak parçalarına rağmen bu insanların yeni bir rüyası yok. Rüyaları parça parçasından dökülüyor. Halbuki mazimiz tufan öncesi bir hatıraydı. Hatıramızda kalan geçmişimiz; ezeli nurun en muhteşem tarihini sergiliyordu. Sergilenen zirveler, büyük alimlerin, büyük ermişlerin, kısacası büyük ruhların kanat çırptığı zirveler iken, hangi devlet bizimle boy ölçüşebilirdi? Eskiden her yıl tanrılara insanlar kurban edilirmiş, şimdi başka bir yolla binlerce insanın kanına girilmektedir. Bu yolla insanlarımızın da kanına girerlerken, hakkın değil, paralı kuvvetin hakim olduğu bir kavim yaptılar bizi. Ki bu kavim her türlü kabiliyete ve her türlü sanata düşman oldu. Tek kabiliyet parada istiflendi. Zaten kabiliyet ve sanatı kaybedenler, paraya sahip olmayı öncelikli sıraya taşımışlar. İlk sıraya taşınan servet sahipleri devlet tarafından koruma altına alınırken, devlet adamları servet biriktirme hakkını kendilerine de kazandırmış olmakta…