ASLI ERDOĞAN’IN KIRMIZI PELERİNLİ KENT ADLI KİTABI ÜZERİNE NOTLAR
Arzu ORTAÖREN
…
Neden seçtim bana öldüresiye düşman bu kenti? İnsan acısından lif lif dokunmuş, kırmızı peleriniyle benliğimi sarıp sarmalayan, keskin dişlerini karnaval maskelerinin ardına gizleyen Rio de Janerio’yu..? Yalnızca tek bir şey adına güvenli suları terk eder, kendi köklerimizi keseriz. Âdem’in, uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına: BİLİNMEYEN
İyi bir ailede yetişmiş, iyi eğitimli genç bir kadın Özgür. Bu genç kadının İstanbul’dan Rio de Janerio’ya yaptığı kendini bulma belki de kendini yitirme serüvenini okudum Aslı Erdoğan kaleminden.
Futboldaki başarıları ile tanıdığımız yada renkli, görkemli ve eğlenceli karnavalları ile ünlenmiş bir Rio değil anlatılan. Maskesi düşmüş, gerçek yüzü ortaya çıkarılan bir şehir ve bu şehirde yaşam mücadelesi veren bir kadın.
Karanlık arka sokaklar, adım başı ölümün kol gezdiği mahalleler, fuhuş batağındaki çocuklar ve kadınlar, açlık, sefalet, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan çetelerin bitmeyen hesaplaşmaları, boğucu bir sıcak.
Özgür, bu tekinsiz şehirde her an öldürülme, saldırıya uğrama, salgın hastalıklara yakalanma tehditlerine rağmen ki bu tehditler tüm şehir için geçerli, ayakta kalma, var olma belki de içten içe yok olma mücadelesini veriyor. Bu çabanın yanında birde roman yazıyor ki, kitapta hem romanı hem yaşadıklarını anlattığı kısımlar bir arada.
Yazarla tanışma kitabım oldu Kırmızı Pelerinli Kent. Anlatım dili sade fakat basit değil aksine oldukça derin. Kitap boyunca ağır bir hava eşlik ediyor size. Bu nedenledir ki sayfa sayısı az, anlatım dili basit gibi düşünülse de yoran bir yanı var. Rio’nun karanlık yüzü, insanoğlunun acımasızlığı, her şeye rağmen ayakta kalma mücadelesi, iç hesaplaşmalar. Özgür’ün mücadelesini severek okudum. Sırada yazarın diğer kitapları var elbette.
Yorumumu Kırmızı Pelerinli Kente gitmek isteyenler için yazarın önerilerini ekleyerek bitirmek istiyorum. Gerçi kitabı okuduktan sonra ne kadar gitmeyi düşünen olur, bilemedim. “Rio’nun AIDS ve suç rekorlarını bir an bile akıllarından çıkarmamalarını, hiçbir koşulda tek başlarına dolaşmamalarını, saat, altın ya da altına benzer bir takı takmamalarını, kentin kanının üzerlerine sıçramaması için her türlü akılcı önlemi almalarını öneririm. Ayrıca Corcovado’dan (şu ünlü, devasa İsa heykelinin bulunduğu tepe) gün batımını izlemelerini, -tropiklerde etkileyici, ama çabucak olup biten bir gösteridir- ve kesinlikle taze papatya suyunu denemelerini…”
Bir ömür boyu ölümle samba yapan, kara tenli, kara gözlü, kara saçlı mulata… Onun kopkoyu, depderin, silinmez karanlığı bedenindedir. Yalnızca bedeninde… Ruhu yoktur çünkü. Çoktan elinden alınmıştır.
Sokak çocuğu Joao (9) ile söyleşi:
– En sevdiğin kitap?
– 1. sınıf okuma kitabı. Başka kitap okumadım ki.
– Hayran oldukların?
– Pele, Romario, Ayrton Senna.
– En iyi özelliğin?
– Sokakta yaşayan kızları korurum. Onları dövmem.
– En kötü özelliğin?
– … ( Duraksıyor)… Sanırım… Hırsızlık.
– Kime benzemek isterdin?
– Benzemek isteyebileceğim denli… iyi birini tanımadım.
Bu kent beni öldürüyor anne, her gün, her an, her fırsatta, her şekilde öldürüyor. Yavaşça, sinsi sinsi… Derinden… Elimde avucumda ne varsa teker teker çalıyor. Hem içeriden, hem dışarıdan kuşatılmış durumdayım.
Kaosun denklemi çok basit aslında. Yaşam=yaşam. Ölüm=ölüm. Oysa hepimiz kendi denklemimizi kurmanın ve dünyayı ona eşdeğer kılmanın peşindeyiz. Ne aymazlık!
Artık biliyordu. Amazonlara dek kaçsa da, kendini yanında götürecekti. Küf kokulu, yüklü bir geçmiş bohçasıyla birlikte…