Şiir…
Bir milletin iç çekişi, bir coğrafyanın ruhudur. Kimi zaman bir ney sesi gibi ince ince sızar kalbimize; kimi zaman bir davul gürlemesi gibi çarpar göğsümüze. İşte Türk edebiyatı bu iki nefesle büyüdü: Aruzun zarafeti ve hecenin yürekten gelen tok sesi…
Aruz vezni, medrese avlularında yankılanan kelamın musikisidir; derin, eski, ağırbaşlı. Bir Fuzûlî mısrasına temas edersin, gözlerin dolar; çünkü orada aşkın gölgesine değil, bizzat kendisine dokunursun.
Hece ise köy çeşmesinin başındaki türkü, cepheye giden askerin dudaklarındaki dua, annenin ninni gibi okşadığı mısradır. Karacaoğlan’ın sazında, Yunus’un nefesinde, Mehmet Akif’in direnişinde saklıdır.
Bu iki damar, milletin kalbini aynı anda besler; biri akıl ve sanatın ince işçiliği, diğeri halkın saf ve yanık sızısıdır.
Aruz Şiirine Örnek
Fuzûlî – Su Kasidesi’nden
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su,
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su.
Aşkın ateşini su bile söndüremez, diyor Fuzûlî…
İşte aruzun derin musikisi; kelime kelime işlenmiş, ruhu oymalı bir sanat.
Hece Şiirine Örnek
Mehmet Âkif Ersoy – Safahat’tan
Başın bir taşla ezilmiş de bir taşı yok mu?
Gökten bir başka iniyor, yerde başka doğuyor mu?
Hece burada sarsar, silkeler, uyandırır.
Halkın sesidir, milletin öfkesidir, vicdanın yumruğudur…
Ve elbette bir diğer büyük nefes:
Karacaoğlan
Üç gün ara vermem gülüşlerinden,
Ben o yârin sevdalısı olalı.
Burada kelime değil, yürek konuşur.
Aruz, gönlün medeniyet kürsüsünde konuştuğu andır.
Hece, milletin yüreğinin türküsüdür.
Birinde incelik, sabır, musikî;
Diğerinde samimiyet, hissiyat, millet nefesi…
Biz bu iki ırmaktan içerek büyüdük.
Bir elimizde divanların gülü Fuzûlî,
Diğer elimizde dağların türkü çocuğu Karacaoğlan…
İkisi birleşti ve Türk şiiri oldu.