DEMET CENGİZ
304 SAYFA
Benim annem beni sevmedi. Kerim’den başka hiçbir çocuğunu sevmedi. Annenin olmadığı bir dünya vahşidir, zalimdir, acımasızdır. Ya annen seni sevmemişse dünya nasıl bir yerdir?
Erkekler savaşta, kadınlar aşkta ölür!
Deniz ve James. Biri İstanbul’da diğeri Londra’da dünyaya gelmiş iki çocuk. Acılarla yoğrulmuş iki hayat. 1970’lerin Seyrantepe’si ve Streatham’ı. Onlar analı öksüz ve babalı yetim. Kendilerini büyütmek zorunda kalan iki hırpalanmış çocuk. Birbirlerinin yazgısına dahil olup, birbirlerine yazgı olan iki ruh. Çektikleri büyük sevgisizlik yüzünden umutsuzca sevgi dilenen iki beden.
Aile içi şiddetin (ki bu şiddete aklınıza gelen her şey dahil), istismarın, sevgisizliğin ( özellikle Deniz’in ailesindeki korkunç sevgisizliğin ardındaki büyük sır), ağır yoksulluğun, cinsel ayrımcılığın, görmezden gelinen çocukların acılarının öyküsü bu kitap. Gerçek yaşam hikayelerinden esinlenerek kaleme alınmış iç içe geçmiş iki ayrı öykü. Bu büyük sevgisizlik öyküsüne Türkiye’de ve dünyada yaşanan pek çok siyasi ve ekonomik gelişmeler de eşlik ediyor ki yakın tarihimizi, özellikle (yazarın tabiriyle çılgın bir lunaparka benzeyen Türkiye’de) 70’lerin sonundan günümüze yaşananları dile getiren müthiş hatırlatmalar bunlar. O korkunç sevgisizliğin yanında öyle güzel bir aşk anlatılmış ki alıp götürüyor sizi. Her şeye rağmen vefa da var, dostlukta bu hikayede. Çok çok severek okudum Deniz ve James’in hikayesini. Ayrıntıya girersem ipucu vereceğimi biliyorum, o nedenle sadece okuyun diyorum. Oldukça akıcı ve sade bir anlatımı var yazarın. Merakla, hüzünle, kalbiniz sızlayarak bir çırpıda okuyacaksınız çünkü bana öyle oldu. Ne ara başladım ne ara bitti anlamadım. Çok fazla not alarak okudum kitabı, en etkilendiğim alıntıları ekleyeceğim izninizle.
Kitapta öğrendiğim iki bilgiden bahsetmeden geçmek istemiyorum. Biri oldukça ilginç bir korku:
Anatidaefobi
Kişinin nerede ve ne zaman olursa olsun bir ördek tarafından izleniyor olma korkusu olarak tanımlananan kurmaca bir korkudur. (Vikipedi)
Bir diğeri de Dicle Koğacıoğlu adlı, Türkiye’de feminist hareketin önemli ismi. Türkiye’de hukuk sosyolojisi alanının gelişmesine ve toplumsal cinsiyetin bu alandaki öneminin fark edilmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Eylül 1972 doğumlu olan Koğacıoğlu, pek çok başarılı işe imza atmış, ödüller almış biri. Ne yazık ki toplumdaki acılara dayanamayarak Ekim 2009’da intihar ederek hayatına son vermiş.
İnsan bir sözcüğe hasret kalabilirmiş meğer. “Anne” demeye hep hasret kalmıştım. Ne korktuğumda, ne düşüp dizimi kanattığımda, ne üzerime karabasanlar çullandığında ne de kalbim kırıldığında “anne” diye haykırmıştım ben.
Meğer iki insanın su olup akmasıymış sevişmek… Birbirine akmasıymış… Meğer iki insanın birbirinde yüzmesiymiş sevişmek… Ona deniz olmakmış, onun denizine dalmakmış… İki ruh seviştiğinde bedenler sadece doğru notalarına basılan enstrümanlarmış. Benim içimdeki tanrısal parça onun içindeki tanrısal parçayla kucaklaşmıştı.
Ağzımdan tüm zamanların en büyük sitemini, yenilgisini ve geri çekilişini ifade eden o tek kelime çıktı. “Peki”.
Bir zamanlar coşkuyla hissedilen sevgiye ne olur? Bitince sevgi nereye gider? Duygularımız nereye gömülür?
Kim güçlüdür? Kim daha güçlüdür; incindiğini gösterebilen mi, yaralarını gizleyen mi? Kim daha güçlüdür; yardım isteyebilen mi, kaçıp mağarasına saklanan mı?
Onu affetmiştim. Bunu bir türlü anlamıyordu. Bir tek hayal kırıklığımı onaramamıştım.
O binalar bulaşıcı virüs gibi yayılacak, İstanbul’un ve tüm ülkenin yeni bitki örtüsü betonu oluşturacaktı. Topraklarımıza yağmurdan çok betonun ve asfaltın düşeceği günlerin arifesindeydik.
LÜTFEN KİTAP OKUYALIM!!!
Arzu ORTAÖREN