Kapana kısıldığım bu derme çatma köy evinde, kendimi sorgulamaktayım. Ne olmuş, nasıl olmuşsa kendimi hiç ait olmadığım bu alemde bulmuş, hızla yaklaşan sonumu beklemekteyim. Gerçi büyük şanın insana tez ölüm getireceğini fark etmişsem de tüm bu ünü bir kenara bırakmayı bir türlü beceremedim. Güç beni adeta ele geçirdi. Belimde taşıdığım...
Senden başka kimsenin olmadığı bir ormanda açıyorsun gözlerini. Altında sert mi sert bir döşek, üstünde odanın köşesinden geceden kalan yağmurun damlalarını akıtmakta olan ahşap tavan. Mavi renkli eski perdesi azıcık sıyrık, yarım açık ahşap pencerenin ardında tüm ihtişamıyla güneş görünüyor. Doğuş yoluna az evvel çıkmış, üzerine doğduğu herkese gülücükler saçıyor....
(ACI MEŞE PALAMUDU– 1980’li yıllardan bir kesit…) Köyde uşakların (çocuk) ailelerinden dayak yemesi her zaman normal görülürdü. Dayak yiyen bir uşağı ya bir ananın merhameti ya bir dedenin kızgınlığı ya da bir ebenin (babaanne) veya bir ecinin (anneanne) şefkati kurtarırdı…