Gökyüzünde
dokuz yelin kesiştiği,
yeryüzünde
dokuz ırmağın kavuştuğu,
yer altında
dokuz denizin birleştiği,
Kayra Han’ın ak elleriyle diktiği,
Ülgen’in tahtının bulunduğu
Ulukayın’la
dokuz demircinin dövdüğü
Demirkazık arasında bir yerdeydi.
Özgür kısrakların koştuğu;
desenli yılanların,
kertenkelelerin,
engereklerin süründüğü;
Kuvvetli gagalarıyla su çulluklarının,
boz renkli yaban kazlarının,
yeşil başlı paytak ördeklerin,
kar tanesi kuğuların
üzerinde;
allı pullu levreklerin,
kışları ölmeden donabilen sazanların,
ve türlü türlü balıkların
içinde
yüzdüğü mavi göllerin;
yücelerinde
sırtı kül grisi,
başı kara,
döşü ak
gökdoğanların;
geniş kanatlı şahinlerin,
görkemli kartalların,
göründüğü yüksek uçurumların
yanı başındaydı.
Ormanın masalındaydı,
masal ormanında.
Köknarları,
sedirleri,
kıvırcık huşları,
göz alabildiğine ak çamları,
karaçamlarıyla
al al parıldayan
altın ormanında…
Ahududu,
kuş üzümü,
kuş kirazı,
yaban mersini çalılıkları,
orman gülleri,
yabani biberiyeler,
beşparmak otları,
gök mavisi çan çiçekleri,
safir laleler,
apak papatyalar,
düğün çiçekleri,
karanfiller
dört bir yanında…
Kuyruğu püsküllü korkunç kurtlar,
omuzları kambur boz ayılar,
boynuzları görkemli dev geyikler,
yırtıcı vaşaklar da vardı
bir yerlerde,
hissediyordu,
göremiyordu ama.
Ara sıra
uzun vücutlu,
kısa bacaklı,
kabarık kakımların;
gülünç sincapların,
yüzü sivri,
postu koyu kahverengi,
incecik sivri tüylü samurların;
kızıl tilkilerin,
yer sincaplarının,
yuvarlak başlı,
kısa kulaklı kunduzların
karşılaşıyordu ürkek bakışlarıyla.
Yetmiş yedi denizden,
yetmiş yedi bozkırdan,
yetmiş yedi kara orman içinden,
dolambaçlı yollardan
geçip gelmişti.
Kılavuzuydu
dokuz
boynuzlu
geyik.
Birdenbire
bir kurumuş ot yığınının içinde
adam, gördü kadını
Bereketli bir başak gibi
eğilmişti başı.
Demirkazık gibi parlıyordu,
gülüyor ve ağlıyordu.
Usulca kaldırıp başını kadın
baktı adama.
Gök gözleri kocamandı kadının.
Sarı,
kıvrımlı,
yumuşacık saçları
yalımlı…
Dudakları pembe,
yanakları al,
ak elleri incecik birer daldı.
Tuttu yorgun ellerinden adamın.
Ellerinden değil, yüreğinden tuttu.
Götürdü
dokuz direkli otağına.
Ulukayın’dan
Umay Ana almış,
kadın tek başına çatmıştı
dokuzunu da.
Yedi gece sırt üstü yatmış,
çengerekten bakmıştı;
yerin göğün
arşın kürsün direğine,
yedi azgın kurda,
ak boz atla
gök boz ata,
yedi hırsıza,
yedi hayduta,
dokuz demircinin dövdüğü
gök kazığına.
Yedinci gecenin sonundaki gün
gelmişti adam,
yedinci gecenin sonunda birleşmişlerdi
bir olmuşlardı.
Ateşi kadın yaktı üç gün boyunca.
Sıcaktı otağı,
sıcacıktı.
Otağın
üç gün boyunca
kapısı açıktı.
Üçüncü günün sonunda kadın
cansız gördü adamı,
söktü direklerini otağın,
söktü emanetini Umay Ana’nın.
Taşıyıp direkleri sırtında
götürüp dikti dokuz ormana.
Dokuz ulu kayın yeşerdi
dokuz ormanda.
Ormanda filizlendi yeniden hayat.
Kadın hayat verdi yeniden adama.
Kurda, kuşa, böceğe,
toprakta karıncaya,
yetmiş yedi denize,
yetmiş yedi bozkıra,
yetmiş yedi kara ormana varıncaya
kadar
her cana,
her canlıya,
hayat verdi kadın.
Kadın sevdi adamı.
Adam insan oldu.
İşte insan, dediler ona.
Adam kadını sevdi
Kadın yaratandı.
Can verendi.
Baştan ayağa sevgiydi adam
Baştan ayağa sevgiydi kadın
Yanıyor kadının yaktığı ateş,
yanacak.
tütüyor ocağı,
tütecek.
Hiçbir yabancı el
esen hiçbir yel
söndüremeyecek.
Hakan Tuncal