Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

BİR ESER YARATMANIN SANCISI

BİR ESER YARATMANIN SANCISI

                                                                     Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde;

sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.

Yusuf Atılgan

Önümde bembeyaz el değmemiş, ayak basılmamış kar beyazı bir tuval. Cesaretimi topladım karşısına geçtim, Donkişot’ vari bir hareketle elimde cins cins inceli kalınlı köşeli yuvarlak fırçalarla düşünüyorum, ne atarsam değişir bu beyazlıklar diye. Bu aralar felsefeyle yatıp kalkıyorum, varlık hiçlik varoluşçuluk yalnızlık ve aile kırılganlıkları başköşede.

Yalnızlık, kırılganlık anlayışında soyut bir şeyler çiziktirsem araya da ailede ki o iletişimsizlik, birbirini anlamaz baba oğul, ana kız çatışmasını aynı karede  göstersem, ama nasıl yapsam diyorum.

Hem kolay, hem de bir o kadar da zor. Karşımda lay lay lom değil her zaman bilinçli ne istediğini, bir resimden ne beklediğini bilen bilinçli, eğitimli ve yargılayıcı bir entelektüel kitle var. Her sergim sonunda gelen tebriklerden mutlu olduğum kadar, yergilerden de zona olduğumu unutmuyorum.

Peki az önce zihnimde geçen bu problemlerin var olduğu aile çatışmasına bir portre hazırlasam. Kompozisyonumu söyle oluştursam;
Mutfakta masa; masa başında bir çocuk; önünde tıka basa dolu bir tost tabağı; masa karşısında anne ama bir göz temassızlığı, gözümüze çarpan olumlu bir iletişim yoksunluğu, yani ailesel bir sıkıntıyı vermeliyim, bunu imgelerle nasıl pekiştirmeliyim. Masa salonun bir köşesinde, yalnız ve uzundur.  Gözler birbirine bakmaz, birbirlerinden masa kadar değil, daha da uzaktadırlar ana kız, salonun köşesinin duvar boyasında yaratacağım ve izleyicinin gözüne gözüne değil de bütünden konuya yaklaşımlarını, eleştirel noktada dikkatlerini çekeceğimi umduğum küçük çatlaklar resmetmeliyim, diye düşünüyorum.

Yumurtalı bir gönderme yapsam, felsefik açıdan yaşamın başlangıcına insanlığın varoluşuna vurgular yaptığımı, yapacağımı düşünsem diyorum. Bu kez de kimsenin eleştirmesine gerek kalmadan bilinçaltım okuldaki derslerden birçok ressamın, şairin bu metaforu defalarca kullandığını bunun da kopyacılığın daniskası olacağını fısıldıyor. Bilinçaltım bile bana karşı, yaratıcılığımı baltalamak için ele, göze ve dişe gelir eserler yaratmamı istemiyor. Bütün dünya, şehir, semt, mahalle ve hatta ailem diyebilirim ki sanatıma, sanatçılığıma karşı. Bu kadar karşılıklar, karşıtlıklar içinde bu kadarcık minik eserler çıkarmaktaysam, ne mutlu bana. Değil mi ey beni okuyan, izleyen dostlar…

Doğduğum kasabayı, tren istasyonunu, lokomotifleri, rayları, bembeyaz bulutlar gibi istimini ve sirenini düşünüyorum ve bunu tabloya nasıl yansıtacağımı kurgulamaya çalışıyorum, içimdeki biri ‘onu yapacağına o hâkim olduğun güzelim doğa resimlerinin köşelerine demiryolu imgeleri serpiştirsen, resmine bir hareket bir anlam katsan’ diyor. Ama bu da denenmiş, “Avrupa’lı Melankolik ve Metafizik Ressamı De Chirico ustamız bunu resimlerinde neredeyse imzası gibi kullanmış.” diyemiyorum. Karnım ağrıyor ve neredeyse, neredesin koş gel artık ilham perim diyesim var.

Öykü yazsam ne kolay diye düşünüyorum, lise edebiyat hocam tekrarlardı; giriş, gelişme, sonuç işte size hikâye diye, ah o resim hocamız niye böyle basit bir formül türetememişti acaba?

Bir palyaçonun o renk cümbüşü giysisi ve suratıyla tuvale aktarılması hoş olur diye geçiriyorum aklımdan. Suratı ve beden dilini öyle bir yansıtmalıyım ki, hem dış dünyayla olan ilişkisinin albenisini, hem de kendi içinde yaşadığı tezatları, acı tatlı gerçek yaşamın izlerini yansıtmalıyım renk ve ışık oyunlarımla. Önde mümkün olduğunca soğuk renklerin hâkimiyetinde, metanetli, hayata karşı dik duruşunu, aynı zamanda da içine kapanıklığını ve yalnızlığını resmederken, fonda yani arkasında sıcak renkler ile hayatın canlılığını ve neşesini temsil etmeliyim. Bu tezat yarattığım bilinçli ikilikle, izleyiciyi palyaçonun gizemli dünyasına çekmeliyim. Hüznü ve neşeyi renklerle imgeleyip, izleyiciyi empatiyle resimdekinin yerine koymasını sağlamalıyım. Palyaço suratındaki tedirgin ifadesiyle, gülmekle ağlamak arasında sıkışıp kalmış, bir ruh gibi durmalı, etrafındaki canlı yaşamın içinde kıpır kıpır çocuklara mutluluk saçarken, kendi dünyasında yaşanan ya da yaşanmakta olan acıların izlerini yanaklarında, beden dilinde ele vermeliyim.

Şeytan diyor ki aptal bir surat çiz karakalem, renklerle aptallığı derinleştir; al sana Mona Lisa, al işte öldükten sonra da salonlarda sergilerde en beğenilen tarihi eserine merhaba de.

Fikirler film şeridi gibi peş peşe sıralanmaya başladı, işte geliyor ilham dedirtircesine. Ya bir tanınmış yüzün portresini ya da oto portremi tuvale farklı bir bakış açısıyla nakledeyim. Burada planım, görsel imge ile portreyi ya da oto portreyi çevreleyen arka boşluğa portrelere özel etkin bir şiir ya da kendimin yazacağı bir metin iliştireyim, metnin birleşimiyle portre üzerinde etkileyici bir izlenim yaratayım. Ön planı düşünecek olursak; siyah beyaz yüz, sadeliği ve ifade gücüyle sessizlik, yalnızlık, düşüncelilik hissi uyandırmalı. Portre etrafına beyaz fona yazılan metin, resmedilen karakterin iç dünyasını veya düşünce akışını açığa çıkarmalı. Duygularında şüpheleri ele vermeli, endişelerini sansürsüz aktarmalıyım. İzleyiciyi portreyle metin arasındaki etkileşimlerin yarattığı düşünceler ve duygular atmosferine çekmeliyim.

Tabloda beyaz ton ya da fon görmeye alışan zihnimi sağa sola, biraz da atölyemden görünen dipsiz sonsuzluğa, ufka bakarak temizliyorum. Yeni bir fikir geliyor. Fon koyu tonda olmalı, üzerine altın varaklı hoş bir kaligrafik harf yapsam, mesela benim ya da karımın baş harfi ya da ikimizinkini. Tondaki koyulukla harfler üzerindeki parlaklığın yaratacağı sert zıtlık, izleyicinin beynini dumura uğratacak, şu an beynimde dönmekte olan ufuk çizgisindeki seyahatime eşlik etmelerini sağlayacak.

Köy kokusu, tezek kokusu geliyor odaya, sokaktan boyunlarındaki çıngırak seslerini mahalleye yayan koyunlar geçmekte. Tamam ampul yanıyor zihnimde. Köy tasviri yapmalıyım. Köy tasviri tüm ressamların farklı perspektiflerden de olsa her daim tuvallerine hapsetmekten hoşlandıkları bir konudur, tabii ki benim de. Geldiğiniz yer köyse onu hatırlamaktan, başkalarına aksetmekten çekinmeyin derdi derslerde hocalarımız. Köy, edebiyatta da, resimde de, sinemada da, müzikte de prim yapmıştır, geniş halk kitleleri tarafından benimsenmiş ve sevilmiştir. Köyün sessizliği içinden bağıran kedi köpek sesleri, sağda solda yıkılmaya yüz tutmuş halleriyle ressama sufle veren ihtiyar evler, toprağın yağan yağmurla buruna bulaşan kokusu, ortasındaki her daim akan çeşmesinin şırıltısı, özgürce sağa sola giden hayvanların görüntüsü, ağaçtan ağaca uçan ve cıvıl cıvıl cıvıldayan kuşlar, elim fırçada tuvale doğru hareketleniyor. Haydi bismillah.

Köy demişken son zamanlarda yazarlar kadar ressamlarında ilgi alanındaki eko – estetika meselesi tırmalıyor kafamı. Doğasız insan, insansız da doğa olmaz kabulünden yola çıkarak çeşitli tezler öne süren bu durum, onların bir aradalığını daha güzel bir geleceğin anahtarı olarak duyumsatıyor. Yapacağım eserde soyut biçimlerle düşünce, duygu ve gelecek umutlarını sembolik işaretlerle bir ortamda birleştirmeliyim. Aynı zamanda da yemyeşil bir doğanın, insanın varlığına anlam bulduğunun imgesini de izleyicinin gözünde uyandırmalıyım. İzleyiciyi tabloda hissedeceği kendisini, doğayı düşünerek ve ekolojik sorumluluğunu sırtlanarak çıkarmalıyım bu galeriden diye düşünüyorum. Şehrin karmaşasını geride bırakmış izleyicinin suratında ve zihninde, doğayla uyum içinde yaşayan bir toplumun ruhunun tohumlarını attığımın izlerinin yansımasını görmeyi arzuluyorum.

Tek dileğim ve endişe etme sebebim bu dertlerimin resme dönüşmesi.

Evet yeter bu kadar teori, düşünceleri pratiğe dökme zamanı eyvallah.

ÜMİT AHMET DUMAN

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.