Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

ALTIN ÇAĞ

4 Eylül 2023 22:36
237
A+
A-

Tarihin geçmişinde altın çağ varmış. Altın çağa inanmak gelmiyor içimden. Altın çağ geçmişte miydi, yoksa gelecekte miydi? Geçmişte olmadığı kesindir, çünkü tarih böyle bir çağı yaşamadığını söylemektedir.

Altın çağı ve altın çağı yaşayanları arıyordum. Yaşayanları bulamayınca, altın çağa inananları aramaya başladım. Altın çağa inananlarla tanışınca, hepsi de geleceğin ümidi içinde yaşarken, ümitlerini geçmiş tarihin mutluluğunda arıyorlardı. Aradıklarını bulamayınca; ümitler sonunda hüsrana dönüşmekteydi. Hüsrana dönüşenler aç karnına sokaklarda avare avare dolaşıyordu. Dolaşanlar adeta aç karnına sokakların kaldırım taşlarını sayıyordu. Halbuki altın çağın kadın ve erkeklerini ne kadar merak etmiştim. Merakımı bir yalanla boğazımda bırakmak istemedim. Eski edebiyatçıların dediğine göre ki inanıp, inanmamak için çırpınırken, tarihin lakırdılarına göre: Altın çağ mı, yoksa altın devri mi diye bir devir varmış. O devirde de insanların hepsi çok mutluymuş. Bu devirde ne efendi varmış, ne de köle. Ve insanlar tam bir cennet hayatı yaşıyorlarmış. Derelerden abu hayat suyu akarmış. Ve dereler balıklarını her isteyene servis edermiş. Her şey ama her şey, herkese ait olacak kadar bolmuş. En sonunda susuz bir kuyuya düşüyordum. Çünkü ilmin dışında iken, herkes mucizelere inanmak istiyordu. Kimimiz tarih öncesinin mutluluğunu ararken, geçen iyi zamanını bohçalayıp kucaklamak istiyordu. Ama çağın insanları aradığı mutluluğunu bulamayınca en sonunda kendinden iğrenmeye başlıyordu. Zaten kopan takvim yapraklarıyla tükenen ömür artık ihtiyarlıyordu…

Takvimleri severim. İnsanların anımsadıklarını kaydeden akıllı birer tarih şeridi… Fırtınayı kendi penceresinden seyredip kaydedici sirenlerini işletirken, kim fırtınada kaybolmuş, kim Himalaya dağlarının zirvesine çıkmış umurunda değildi. Tabi ki umurunda olmasa da hepsi hafızasında kayıtlıydı. Takvimler kaydettiğiyle yaşatıldığı için severim. Galiba takvimleri bana ilk hatırlatan ilkokul yıllarımda duvara asılan tarih şeridiydi. Tarih şeridi her öğretmenin olmazsa olmazlarındandı… Ama aklıma gelen ihtimal ki tarih şeridinde yazılı olan taş devirleri, topraklı devirlerini unutturmaktaydı. Yıllar geçti hep taş devirlerini övenlere tepeden baktım nedense. Çünkü topraklı devirleri araştırılmayacak kadar ehemmiyetsiz bulanlar toprak devirlerini murdar buluyordu. Toprağı tanıyınca benim fikrim daha çok sabitleşmiş oluyordu. Taş devirlerini küçümsemiyordum ama toprak kadar da araştırmaya layık olduklarını zannetmiyordum. Çünkü topraktan yaratılan insan, çanak çömleğin mutfağa girişiyle birdenbire değişiyordu artık. Ve topraktan aldıkları gıdaya göre zeka yeni bir şekil kazanıyordu. İnsanlar aldıkları gıdaya göre şekil kazanırken, nedense taşlar küskün idiler. Çünkü insanoğlu toprakla artık yeni şekiller kazanıyordu. Ve insanın hasretini çektiği toprak, kürsüden taşları indiriyordu…

İbrahim Ayğırcı

ETİKETLER: , , ,
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.