SUAT DERVİŞ-İSTANBUL’UN BİR GECESİ Kitap Tanıtımı
…
273 SAYFA
Ben sana da inanmazsam kimlere inanırım? Nasıl yaşarım? Bütün bir ömür sana inandıktan sonra ben şimdi sensiz ne yapacağım?
23 Mart-13 Haziran 1939 tarihleri arasında Haber gazetesinde 75 tefrika olarak yayınlanan “İstanbul’un Bir Gecesi” eseri, Suat Derviş’in Behçet Necatigil’e yazdığı bir mektupta, bütün yapıtları arasında en değerli gördüklerinden biri olarak nitelendirilmiştir. Yayınlandığı tarihte oldukça ses getiren eser, bugün süre gelen sosyal ve ekonomik uçurumların çokta uzağında değil aslında.
Adından da anlaşılacağı gibi İstanbul’da sıradan bir gece. Bir yanda karanlık, izbe sokaklarda yaşam mücadelesi veren alt sınıftan insanlar diğer yanda şatafatlı bir düğün. Cavit ve Saffet’in sevgisiz, adeta bir iş anlaşmasına benzeyen düğün gecesinde zenginlik göz kamaştırırken hayatta kalma mücadelesi veren Vasıf, ölümle pençeleşen oğluna kan bulma çabasındaki veremli bir anne Zeliha, düğünün gözde misafirlerinden Kevser için göz alıcı bir gece elbisesi diken terzi kızlar, her ne kadar düğüne davetli olsa da kendini oraya ait hissetmeyen muhasebeci Ali ve diğerleri. Ve herbiri birbirinden farklı, birbirini tanımayan bu insanların bir şekilde kesişen hayatları.
Daha ilk sayfada başlayan bir melankoli kitap boyunca takip ediyor sizi. Birbirlerinden sadece bir kaç sokak uzakta olmalarına rağmen tamamen zıt hayatlar yaşayan insanların hikayeleri oldukça sarsıcı. Bir yanda çaresizlik, yarım kalmışlık, korkunç bir yoksulluk. Diğer yanda göz alıcı bir zenginliğe rağmen doyumsuzluk, manen yaşanan çöküşler, ihanetler. Sınıflar arası korkunç bir uçurum. Herbiri kendine has özellikleriyle oldukça renkli karakterler resmeden eser, bu karakterlerin trajediye dönüşen hayatlarını oldukça çarpıcı ve akıcı bir dille anlatmış.
“1930’larda Suat Derviş, İstanbul’un Bir Gecesi ile, Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi romanıyla 1970’lerde yaptığının bir benzerini yapar. Yazar, bir düğün etrafında Türkiye’nin çarpık kapitalistleşmesinin gündelik tarihini sunar.” (Çimen Günay Erkol kalemiyle arka kapak tanıtım yazısından)
İnsandan her şey beklenebilir, insandan her şey ümit edilebilirdi.
En büyük iyilikler de en büyük fenalıklar da!
Buraya gelin arabaları gelmez ya! Elbette cankurtaran gelip ağır yaralıları taşıyacak. Hastalar gelecek. Can çekişen yaralıları taşıyan sedyeler girecek bu kapıdan. Ve hıçkıra hıçkıra, ağlamaktan katıla katıla feryat eden matemliler çıkacak bu kapıdan!
Evet, bu kapı hastane kapısıdır. Bu kapının eşiğinden içeri atlayan insanlar arasında ne cins ne mezhep ne itikat ne millet ne de sınıf farkı kalır.
Gülmüyor musun, gülemiyor musun? O halde git dünyanın gebeş karnına barut doldur. Ve patlat bu dünyayı…
LÜTFEN KİTAP OKUYALIM!!!
…
Arzu ORTAÖREN