ŞAMBAT’IN GÖZÜ
Erdoğan Cihan
…
Şambat’ın gözü,ulu bir pınardı. Köyün güneyindeydi. Dedeağa’nın inini, Güllü Abla’nın,
Cingan Veli’nin, Palamutların Sali’nin kerpiç yapılarını aşıp kınalı bir yoldan Şambat’ın Gözü”ne gidilirdi.
Şambat’ın Gözün’den duru, berrak bir su akardı. Bu su, mavilenir, sonra, sarıdan yeşile dönerdi.
Bu kaynak, meyveli ağaçlara, bostanlara, ayçiçeği tarlalarına can suyu olurdu. Suda balık yoktu. Kaynağın çevresi naif kır çiçekleriyle bezenmişti.
Ninem, “Dedeağa’nın inine uzak durun, orada ağzından ateşler saçan devler; insanı bir ısırıkta
öldüren çatal dilli yılanlar var; ayrıca cinlerin olduğu bir yer.”Gerçekten böyle bir yer miydi, bilmiyorum. Yoksa buranın tehlikeli, ıssız olduğunu düşündüğünden mi böyle söylemişti.
Bir yaz öğlesi, dayı çocukları; Abbas Abi, kardeşi Mustafa , bir de Palamut Sali’nin Oğlu Kara Mıstık, Şambat Gözü’ne gittik. Onlar Şambat Gözün’de çimdiler. Ben korkudan giremedim.
Bu kaynağın hemen yakınında günebakan tarlaları vardı. Bu tarladan, sapıyla birlikte ayçiçekleri söktük. Günebakanın sapları kılıcı olacaktı savaşımızın.
Bir düzlükte ulu bir savaşa giriştik. Ben, Mervan-Hımar Savaşı’nın kahramanı Ebu Müslim Horasani idim. Abbas Abi de bir düşman çaşıtıydı hülyamda. Geriye çekilipAllah ne verdiyse yapıştırıyorum ayçiçeğinin sapını rastgele kafasına, beline, ayaklarına hiç acımadan…”Yeter ulan!.. dedi Abbas Abi,” her yanımı yara bere içinde bıraktın hala oğlu. Ufacıksın da, vurmaya kıyamıyorum. Sen işi iyice azıttın!..Bense bu durumdan sonsuz bir keyif alıyorum ve altı yaş çocukluğumun en güzel “an”larını yaşıyordum.