Malatya’da çalıştığım kamu kuruluşunda Ocak ayında izin almış, İstanbul’a ailemin yanına
gidip gitmeme konusunda tereddüt içindeydim. Bir yandan 500 dolara taksitle aldığım
gitarım, elektrik kurumunda sevdiğim bir ağabeyimin beynimde çınlayan sorusu vardı:
“Pazartesi gelirsen stüdyoda denemeler yapalım.”
Malatya’da bir radyo açılıyor ve bu radyoda program yapmam konusunda gelmişti soru. Bu
yüzden İstanbul’a ailemin yanına gitmeyerek, Pazartesi günü, söylenen saatte şimdi aramızda
olmayan Yakup Fırat’ın küçük ses kayıt stüdyosunda sabah saatlerinde denemeler güzel
geçiyor.
Bir Sesin Doğuşu
6 Ocak 1990 günü Radyo 44 FM Malatya’da yayına benim sesimle başlıyor. Başlarda
bocalıyoruz. Gerek mikrofon seçimi, gerekse yüksek bir yere dikeceğimiz vericideki sorunlar
olsa da, biz kısıtlı imkânlar ile yayına başlıyoruz. Birkaç gün sonra 24 kanallı mikserimiz
geliyor. Sonra ben Malatya’daki tüm kasetçileri dolaşarak, bir müzik arşivi oluşturmaya
çalışıyorum. Diğer yandan radyonun ortaklarından biri olan Vahap ağabey de bu konuda bana
yardımcı oluyor. Yakup Fırat elinde bulunan birkaç kaset ve CD’yi de getiriyor.
Günün büyük bir bölümü dinleyici telefonlarından katılarak istedikleri “istek” şarkı ve
türkülerini çalmakla geçiyor. Günler geçiyor, radyonun müzik arşivi büyüyor, çalışan sayısı,
program sayısı artıyordu. Ben her öğleden sonra “istekleri” yapıyor, çalan müzik eserlerinin
arasında değişik anonslar geçiyordum. Sonra bir posta kutusu oluşturuyor, mektupla istekte
bulunmak isteyenlere hizmet sunuyorduk. Çok geçmemişti, sanırım bir hafta sonra günde 14
mektup alarak ilk defa çok dinlendiğimizin farkına vararak, bunu avantaja çevirip reklam
toplamaya başladık.
Radyoyu, üç tanesi Türkiye Elektrik Kurumu’nda çalışan iş arkadaşı ile, elektrik kurumunda
futbol oynayan, aynı zamanda kurumun hemen karşısında mobilyacı mağazasında ağabeyiyle
ortak olan, değerli kaptanım Mahmut Cücemen’den oluşan bir arkadaş grubuna aitti. Dört
arkadaşın yaş olarak en büyüğü Mehmet Derdağ ağabeydi. O etliye sütlüye fazla karışmayan
biriydi. Keza Mahmut ağabey de öyle. Rahmetli Yakup Fırat elektrikle ilgili konular ve
radyomuzda bulunan bir çoğunu yeni tanıdığımız aletler konusunda tecrübeliydi. Ama bizim
radyoda en büyük destekçimiz, arkadaşımız, ağabeyimiz, hepimizin sevdiği Vahap Önen’di.
Vahap ağabey Ankara’da çocukluğu geçmiş, Türkçesi çok güzel, konuşurken samimiyetini
hissettirebilen biriydi. Başta ben olmak üzere, radyoda uzun ya da kısa süre, hemen tüm
çalışana yardım eden, ilgilenen o idi. Kah eli yemekle dolu tepsiyle gelir, kah birimizin
doğum gününde pasta yaptırır. Her daim yanımızda olurdu.
Büyüyen Bir Aile
Artık Malatyalı 44 FM dinliyordu. Bunu fark edebiliyorduk. Radyonun ilk çalışanı bendim.
Başta Vahap ağabey olmak üzere, birini alacakları zaman bana sormayı da unutmaz, en
azından fikrimi alırlardı. Bu da hoşuma gidiyordu. Ben çok dinlenen, sevilen “istekler”
programını başka bir arkadaşıma bırakarak, akşam 20:00’de başlayan, konulu bir program
yapmaya başladığımda “istekleri” bir dönem Seval adlı bir arkadaş, bir dönem ise Derya adlı
diğer bir kadın arkadaş sunmayı sürdürdüler. Hatta daha ileri gidiyor, öğleden sonraları için
sadece yabancı müzikten oluşan bir program bile başlıyordu.
Canlı sunulan program sayımız hızla artıyor. Gece geç saatlere kadar bazı reklamları kendi
stüdyomuzda seslendiriyorduk. Bu reklam seslendirme işi başlı başına bir sanattı.
Profesyonellerin, daha duyarlı alet ve stüdyolarda çekmeleri elzem bir hale gelene kadar,
kendi reklamlarımızı, erkek sesi olarak ben, kadın sesini ise Hatice adlı bir arkadaşımızla
yaptık. Bir süre sonra reklamlarımızın metinlerini başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere
ve oradaki reklam ajanslarına yaptırtmaya başladık.
Dikkatli Dinleyiciler
Bir öğle vakti, yemek tatiline çıkmış yemeği radyoya yakın bir kebapevinden söylemiş onu
bekliyordum. Radyonun telefonu çalmış, en yakında ben olduğumdan telefona bakmıştım.
Arayan, İnönü Üniversitesi’nden bir doçent kadın öğretim görevlisiydi. Önce kendisini tanıttı.
Sonra da radyoyu çok beğendiğini, radyoda kullanılan Türkçeyi iyi kullanışımızdan dolayı
tebriklerini iletti. Çok mutlu olmuştum.
Sonra bana “sizin Aksoğanoğlu Zafer Turizm adlı bir reklamınız var, onu kim seslendirdi?”
diye sordu. Ben de oradaki erkek sesinin ben, kadın sesi ise Hatice adlı arkadaşım olduğunu
söyledim. Telefondaki doçent öğretim görevlisi, “Zafer derken uzatma olmamalı, Zafer kısa
bir sözcük siz reklamda ‘zafer’ kelimesindeki ‘a’ harfini çok uzatıyorsunuz” diyerek, radyonun
reklamının bile ne kadar dikkatli dinlendiğini anlatıyordu. Bundan büyük mutluluk olabilir
miydi?
“Azı Dişi”
Ben akşam saat 20:00’yi gösterdiğinde “A’dan Z’ye kadar yaşamak, Ben A dedim durdum,
siz durmayın” mottosu ile “Azı Dişi” adlı konulu, çoğu zaman konuklu programlar yapmaya
başlamıştım. Böbrek yetmezliğinden, hukuki konulara, aşktan, aile arası sorunlar ve çözüm
yollarına dair aklınıza gelebilecek bir çok konuyu işleyen programlar yapıyordum. Programın
saatinin 20 olmasının diğer nedenlerinden biri de, benim bir kamu kuruluşundaki işimdi.
Sabah 8:00, akşam 17:00 arasında işimde olmak zorundaydım.
Akşam başladığım canlı yayınım, bazı günler konuya, dinleyicinin gösterdiği ilgiyle
uzayabiliyor, bundan asla şikayetçi olmuyordum. Her ne kadar ertesi gün yeniden sabahın
erken saatlerinde kalkıp, kamudaki işim için mesaiye gidecek olsam da, şikayetim yoktu.
Acelemiz olduğunda zamanın hızlı geçmesinden, bir beklentimiz olduğunda ise, vaktin
geçmediğinden şikayet ettiğimiz gibi, benim de radyodaki günlerim hızlı geçiyordu.
Çok Sesliliğin Başlangıcı
Türkiye`de 1990’ların başına kadar sadece TRT yayınları vardı. Hem radyoda hem de
televizyonda TRT kanalları dışında hiçbir ses ve renk yoktu. Önce 1989’da Star TV kuruldu.
Ardından başka kanallar izledi onu. Ama esas yaygara 1990’ların ilk yıllarındaki özel radyo
furyası ile koptu. Hemen her şehirde onlarca özel radyo kuruldu. O güne kadar sadece
devletin sözlerinin duyulduğu Türkiye, bir anda çok sesliliğin tadına vardı. Gençler sabahlara
kadar radyolarda yayınlanan programları dinliyor, özgürlüğün tadına varıyordu.
Karartma Günleri
Derken hükümet, 1993 Mart’ında hukuki alt yapısı olmadığı gerekçesiyle özel radyoların
kapatılması kararı aldı. Ulaştırma Bakanlığı, valiliklere yazı göndererek, radyo istasyonlarının
yayınlarının durdurulmasını istedi. Başbakan Demirel, “Kentlerde telsiz muhaberatı
yapılamaz hale geldi” diyerek bu karara açık destek verdi.
Koalisyon dönemiydi. Hükümetin DYP kanadı radyoların kapanmasını isterken, SHP kanadı
karara sert biçimde karşı çıkıyordu. Radyocular da kapanmak değil, yasal altyapı istiyordu.
Radyolar kapanmadan bir gün önce imalı şarkılar çaldılar. Bunlardan en çarpıcısı, “Baba”
lakaplı Demirel’e gönderme yapan bir şarkıydı. Rüya Ersavcı’dan “İstemiyorum Baba…”
Tüm Türkiye’de “siyah bant” eylemi başladı. Hatta bu eyleme en fazla destek veren, aracına
iki tane siyah bant takan Papatyaların Başkanı, Özal’ın eşi Semra Özal “Ben gençlerden
yanayım” diyordu. Ama özgürlük rüzgârı çok fazla engellenemedi. Radyoların
kapanmasından 4 ay sonra Anayasa değişikliği ile devlet tekeli kaldırıldı, özel yayıncılığın
önü açıldı. Meclis’te Refah Partisi dışındaki partilerin desteğiyle Anayasa değişikliği kabul
edildi. Belki de gelmiş geçmiş en geniş katılımlı protesto sonuca ulaşmış oldu.
Dün ve Bugün
O günlerde yeni açılan, zor koşullarda yayın yapmaya çalışan özel radyoların bir düzene
sokulması, diğer radyo dalgaları ya da telsiz sistemlerini engellediği kesindi. Bir düzenleme
şarttı ve kısa dönem için kapatılmış, sonra gerekli yasa ve düzenlemeler yapıldıktan sonra
yeniden yayına daha düzenli ve profesyonel şekilde yayın yapmaya devam ettiler.
Bu kısa kapatma, karartma günleri anlaşılabilirken, 21. yüzyılın bu yıllarında, gezegenimizde
herkesin elinde dünyanın içine sığdığı akıllı telefonların olduğu dönemde Türkiye’yi bir
“istibdat” rejimi ile 23 yıldır yönetenler, şimdi de özgür basını, radyoları, televizyonları,
sokakta halkın nabzını tutanları sindirmeye, yok etmeye, korkutmaya devam ediyorlar.
Başta Sözcü, Halk TV ve Tele 1’e 10 günlük karartma cezası verdiler. Gerekçe? Gerekçe yok!
Çünkü özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğünü kah YouTube’dan, X’ten, kısacası tüm
haber ve iletişim kanallarını kapatarak insanları bir yandan korkutuyorlar, sindiriyorlar.
Oysa, yukarıda benim ve Malatya’mın ilk radyosunun susturulduğu günden bu güne 32 yıl
geçmiş, Atatürk’ün ilerleyeceğine inanarak kurduğu, ilk on yılda da sevinçle gördüğü
Cumhuriyetimizi ve onun bize sağladığı özgürlüğü engellemeye çalışan bir güruhun ülkeyi
geriye götürdüğünü görmenin kahrı ile…
Selam olsun…
Mehmet YILDIZ