Eski bir sokaktaydım şimdi. Köşedeki ahşap, iki katlı, mavi boyalı evin yanındaki harap bina, kırılan umutlarım gibi ayakta durmaya çalışıyordu. Biraz ilerledim ayaklarım beni oraya sürüklüyordu sanki. Gitmek istediğimden emin değildim ama itiraz da edemiyordum. Önünden şöyle bir geçerim diye düşünürken kapının önüne gelmiştim bile. Baktım, kapı aralıktı. Tokmağından tutup biraz ileri ittirdim, o anda kapı öyle bir gıcırdadı ki, sesten korkup, bir adım geri attım. Kalbim hızla çarpıyordu, sesini kulaklarımda duyuyordum. Sakinleşmeyi bekledim. Aynı sesi duyacağımı bilerek, kapıyı tekrar iteledim. Daha az gürültüyle, içeri girebileceğim kadar açılmıştı bu sefer. Dışarda parlayan güneş ışığıyla birlikte içeriden yansıyan karanlığın oluşturduğu sis bulutunun ve örümcek ağlarının arasında buldum kendimi. İçeriye doğru, avlu kısmına bir adım attığımda rahatsız edici küf kokusu tüm beynimin derinliklerine nüfuz etmişti bile. Artık girmiştim, vazgeçmek istemiyordum. Tam karşımda duran merdivenin tahta basamakları, yıpranmış olsa da yıllardır kimsenin gelmediği bu evin mağrur bekçileri gibi nöbetteydiler. Merdiven altı denilen yerden, arka bahçeye geçip, armut ağacını görmekte sabırsızlansam da, yukarıya çıkmaya karar verdim. Yavaş ve ürkek adımlarla gıcırdayan merdivenleri çıktığımda karşımda ve solumda iki kapı vardı. Merdiven tırabzanları, asma katı olarak duran bu kata kadar uzuyor sol taraftaki odanın yanında bir lavabo ve musluğa destek veriyorlardı.
Burası sahanlık dediğimiz, misafir karşılanan yerdi. Gelenin kim olduğuna bağlı olarak hangi odaya alınacağına karar verilirdi. Merdivenin karşısındaki oda arka bahçeye baktığı için, genellikle yatılı gelen misafirlere verilir, gün içinde orada pek vakit geçirilmezdi. Ön cepheye bakan oda günlük oturma odası şeklindeydi. Önce o tarafa gitmek geldi içimden. Kapıyı yavaşça açtım, araları ince tahta çıtalarla bölünmüş, incecik camları minik çivilerle çerçeveye tutturulmuş pencerelerden içeriye dolan güneş ışıkları, odayı aydınlatıyordu. El örgüsü dantel perdelere dokunulmamıştı. Tozlu ama görevlerini yerine getirmenin gururuyla duruyorlardı yerlerinde. Pencerenin önünde, odayı boydan boya kaplayan sedir, üzerinde minderleri, kanaviçe işlemeli sırt yastıklarıyla hâlâ gelecek misafirleri bekler gibiydiler. Sağ tarafımda kurulu kuzinenin yakılarak üzerinde pişen yemekler ve fırın kısmına atılan patatesleri, kardeşim ve kuzenimle birlikte kapışarak yediğimiz günler geliyordu aklıma.
Pencerenin karşı tarafında duran, duvardan duvara ahşap dolapta sıcaktan bozulmayacak erzaklar dururdu. O dolabın en meraklıları biz çocuklardık. Çünkü akide şekerleri de orada saklanırdı. Büyük babaanne, dolabı açtığında hepimiz başına toplanırdık. Bu oda küçüktü ama kışın burayı ısıtmak daha kolay olduğundan kışın hep burada vakit geçirilirdi. Üst katta bu odadan çok daha büyük bir oda vardı ve yazın kullanılırdı. Yazın geldiğimizde kocaman salonda saklambaç oynardık. Şimdi her şey gözümün önünde canlanıyordu teker teker.
Eşyalar insanlardan değerli miydi? Neden daha uzun yaşıyorlardı onlar? Her şey yerli yerinde duruyor ama sevdiklerim yoktu. Hepsi gitmişti birer birer. Hoş sohbetler, şen kahkahalar, büyük babaanneden dinlediğim masallar hepsi odadan odaya koşturan çocukluğumdu şimdi…..
Ne kaçmak geliyordu içimden, ne de kalmak. Mantığımla kalbim arasında sıkışmıştım sanki. Aklımın bir tarafı kaç kurtul bu anılardan gelmeyecek artık onlar diyordu. Diğer tarafı da bırak anıların seninle kalsın masmavi gökyüzünün parıltısı gibi aydınlatmaya devam etsinler yüreğini.
Bu düşünceler içinde gözyaşlarımın yıkadığı yüzümü mendilimle silerek, sedirin üzerine kıvrıldım toz içinde oluşuna aldırmadan. Ağlamaktan acıyan gözlerimi kapattım. Ne kadar zaman orada öylece uyudum bilmiyorum. Parlayan gün ışıklarının gözümü alması ve her gün saati hiç şaşırmadan gelen “Siiiimiiiiiitttt” sesiyle uyandım. Şaşkınlık içinde etrafıma şöyle bir baktım evimdeydim. Yataktan kalktım. Simidimi alıp, kahvaltımı hazırladım neşe içinde ve şarkılar söyleyerek. İşe gitmek için hazırlanmalıydım artık.
Gördüğüm rüyanın büyüsü içime büyük bir huzur ve yüzüme kocaman bir gülümseme bırakıp gitmişti sevdiklerimin gittiği uzak diyarlara…
Seçkin Eroler Avcı
04.03.2022
Çok güzel ve hepimizi anlatan bir hikaye olmuş