“Krallar gibi yaşamak… Kral gibi…”
Yukarıdaki sihirli sözcükler yüzyıllardır söylenen, yaşamın içinden süzülüp gelen önemli bir gerçeğe tanıklık ederler. Krallar gibi yaşamak demek: Keyfince, canının istediğini yaparak, emrinde birilerini çalıştırarak, kimi zaman savaştırarak kimi zaman boyun eğdirerek, kendi kuralları dâhilinde zorlanmadan, kısıtlanmadan, düşünce ve davranışta serbestçe yaşamaktır… Kral gibi olmak demek: Gücün efendisi olmak, daha çok istemek, daha çok tüketmek, ayrıcalık mührü ile kutsandığını varsaymak ve ötekilerden üstün olduğuna inanmak, korunmak, engel tanımamak ve yoluna çıkabilecek engelleri dağıtabilme kudretine sahip, yıkım ve sefalete karşı umursamaz, hizmet ettirme, hizmetçi seçme ayrıcalığına sahip olmak demektir.
Bu tanım eksik ya da çok mu abartılı oldu? Felsefe okulları, yasalar, manastır ya da medrese terimleriyle konuşmayı bir kenara bırakırsak, iktidar sahibi ve egemen güç için özgürlük tam da budur işte… Yaşamda, düşünce ve davranışta kendi kurallarını geçerli kılarak var olmak…
Peki, suya hasret, teselli arayan öteki için nedir özgürlük? Onun için bu kavram soyut nitelik taşır ve dolayısıyla tanımı zordur. Ama biz yine de soralım: Özgürlük nedir? Muhtemelen hepimiz şunları söyleyebiliriz: Doğuştan sahip olduğumuz haklarımızı kullanmak; yaşama hakkı, serbestçe düşünme, düşündüğünü söyleyebilme, ifade, din dil, ırk, vicdan, eşit olmak, eğitim vs. gibi uzayıp giden bir liste sıralayabiliriz.
Asıl soru şudur: Kendimize ait bildiğimiz haklarımızı veya iktidar sahibinin sahip olduklarından sadece birini ya da birkaçını kullanabilme iradesini gösterebiliyor muyuz?
Büyük olasılıkla cevap ‘hayır’ olacaktır, Çünkü korkularımız var, engellerimiz var.
-İşsiz kalma, aç susuz kalma, evimi işimi, sahip olduklarımı kaybetme korkusu,
-Başıma tatsız bir iş gelebilir, efendinin onayını ve güvenini yitirme, toplumdan dışlanma, konuşamama, acı çekme, ihtiyaçları karşılayamama ve benzeri çekincelerle kafes hayatı yaşayabilme korkusu,
-Bağımlılık, düşünme ve anlama kapasitesinin sıfırlanması, başkalarının yargılarıyla davranış geliştirme ve yaşamı birilerinden yana olmak olarak kavramak, yerleşik değerler ve inançlar etrafında dönüp durmak en büyük engellerimizdir.
Doğu öğretilerinde zihin köle haline getirilmeye zorlanır. Aldatılır, yakılır, yıkılır ve çölleştirilir. Sözgelimi önce “Kendini tanı,” öğretisine pek rastlanmadığı gibi değişim ve yenilik çağıran vaizler de bulamazsınız.
Böyle bir iklim içinde özgür düşünme var olamaz. Kendi kendini zincirleyen, bağımlı hale getiren biri, özgürlüğün ayrıcalığını bilemez. Ne onun ağırlığını ne de saygınlığını taşıyamaz.
******
Özgürlük zihinsel bir eylemdir ve kesin özelliklere sahiptir. Önce zihin özgürleşmelidir. Zihnin özgür olmadığı yerde, davranış da düşünce de yargı da gelişemez; hayatın anlamı öğrenilemez. Ancak dışarıdan gelen uyarıcılar eşliğinde yola devam edilebilir ve bize bağışlananlarla yetinmek zorunda kalırız. İç dünyamızın zincirlerinden kurtulduğumuz an, onun gerçek değerini anlamış oluruz… Akıl ve beceri, eğitim düzeyi, koşullar ve kültür, tasarlanan iyi bir gelecek özgürlüğe değer katar.
-Garip görünebilir, ama kendimizi bağladığımız içimizdeki zincirler, dış uyarıcılardan daha güçlüdür… Acı çekiyoruz, kendimize zarar veriyoruz ve nedense koşullarımızdan kurtulmak aklımızın ucundan geçmiyor. Bazen kurtulmak için içimizdeki çürütücü pasla uğraşmak yerine, yer değiştirmeyi seçiyoruz ama işe yaramıyor. Yer değiştirmekle özgür olunmuyor. Bundan önce kendimizi bağladığımız zincirlerden kurtulmak ve aklımızın yargılarına dönmek zorundayız. Bu davranış biçimi belki tam bir özgürlük değildir, ama en azından zihinsel işlevlerimizi harekete geçirmiş olur. En azından fırtınalarla, kargaşalarla sürüklenip gitmemize engel olur… Kendimize ait bir sandalyemizin olmasını istemek fazla bir şey değildir.
-Hayatımızı belirleme becerisine sahibiz. Zihnimizin özgürlüğü demek, doğruyu bulmamız demektir. Birlik ve uyum, eşit koşullarda yaşam, akıl yoluyla olur. Ancak bu yolda ileri geri koşuşturan tavşan gibi önce bir yana, sonra başka yöne, oraya buraya savrulmak yerine, gidilecek yönü belirlemek gerekiyor. Tersi durumda sürekli kış ikliminin dondurucu dizgesinde ne gelişme olur ne de beynimiz muhteşem potansiyelini kullanabilir.
*******
Haydar Uzunyayla