“Dünya yaşamak için kötü bir yer… Belki de bu kadar derin, bu kadar hassas olmamalıydım… “
Bu sözler 2020 yılı Eylül ayında, Kocaeli Darıca’da, kayalıklardan denize atlayarak yaşamını sonlandıran bir gence ait.
Ve efendisine, “… Satın aldığınızın ne olduğunu size öğretmek istiyorum. Bir köle olarak hizmet etmek benim için utanç vericidir…” deyip kendini damdan boşluğa bırakarak canına kıyan Spartalı gencin sözleri…
Yukarıdaki iki örnek, kendini öldürmeyi (intiharı) besleyen düşünceler açısından önemli farklar içerir. İlkinde kayıtsız şartsız teslimiyet, ikincisinde meydan okuma vardır. Ama hayatı sonlandırma üzerinden bakıldığında, bizi sonuca götüren çıkarımlar benzerdir:
-Toplumsal baskılar, kişisel çıkmazlar, mutsuzluk, acı, vicdan azabı vs. gibi geniş yelpazeden başlayıp, taciz, istismar, şiddetli bunalımların neden olduğu travmatik hayatlar,
-Geleceğin belirsizliği, umutsuzluk, açlık, işsizlik, aidiyet duyamama,
-Tükenmişlik, başarısızlık, güvensizlik, suçluluk,
-Ve aşırı bağımlılık… Sevgi, tapma tapınma, inanç, tarikat cemaat, vatan, bayrak, millet gibi aşırı arzular sonucu ortaya çıkan toplu intiharlar, kıyımlar, saldırılar, savaşlar, Kamikaze, Harakiri benzeri eylem ve duruma göre geliştirilen cana kıyma yöntemleri…
*****
Kendini öldürme karmaşık bir yapıdır. Kiminde içe dönüklük, kiminde dışa vurum üst sınırdadır. Kimi kırılgan ve hassastır; bıkmış, usanmış, başa çıkamaz olmuş ve yenilgiyi seçmiştir. Kimisi yaşamın kasvetli tarafından bakar hep… Kimi sorun çözme becerisini yitirmiştir; baskılara, yıldırmalara, tek tipleştirmeye isyan eder ve bilmem kaçıncı kattan zemine çakılmaya bırakır kendini. Kimi kurtuluş bulacağını düşünür. Kimi ötekini cezalandırma yolu olarak algılar. Kimi dayanılmaz bir utanç, kimi onulmaz hastalığın verdiği acılara katlanamaz… Velhasıl cana kıyımlar çeşitli gerekçelerle bir şekilde uzayıp gider… Yaşamı sonlandırma kişinin kendi seçimidir ve engel olunamaz. Kimse de neden canına kıydın, diye hesap soramıyor. Hayattan vazgeçip bir an önce toprağa karışmaya koşmak, arzu ve iradeyi esir alınca yapılacak fazla bir şey kalmıyor.
*****
Oysa yaşamak önemlidir. Bir döngü içinde dönüp duruyoruz; yiyoruz, içiyoruz, çalışıyoruz, kısacası bütün etkinliklere katılıyoruz ve her defasında bizi bunları gerçekleştirmeye iten, yaşamaya duyduğumuz arzudur. Dikkat edin: Ölüme değil, yaşamaya duyduğumuz arzu… Ömrümüzün onda dokuzunda yaşamaya ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü yaşam cömerttir ve muhteşem bir düzen İçinde devam eder. Kollarımızı açıp onu kucaklamak varken, uzaklaşmak ne demek? Neden yaşamdan kaçayım? Neden başkasının yarattığı girdaplara kapılıp hayatımı sonlandırayım?
-Yakınma hakkımız, şikayet etme, acı çekme hakkımız var, ama yenilgiyi kabul edip sona varmak hakkı mantıklı değildir. Eğer yaşamımızı sonlandırdığımızda kaygılarımızın, endişelerimizin biteceğini düşünüyorsak, aldanırız. Bunlar bitmez, çünkü bunları işler hale getiren toplumsal ve ruhsal sorunların mimarları veya açgözlü tapınak yaratıcıları durmadan yeni kaygılar, yeni çıkmazlar yaratırlar.…
– Dünya bize mevsimlerin güzelliğini, gökyüzünün maviliğini, çiçeklerin narinliğini sunuyor… İnsanın acımasızlığı, sertlik, efendilerin yarattığı cehennem ve giderek olumsuzlaşan koşullar belki devam edecek ama direnebilmek için iç dünyamızla, yaşamla işbirliğine girerek, kendimizi korumayı, yağmurun, güneşin, mevsimlerin güzelliğini ve çocukların beşikteki sevimli, hoş cıvıltısını duymayı öğreneceğiz.
Unutmayın ki yaşama gözlerimizi açtığımız yol bir taneyken, sonraları yüzlerce çıkış ve çabayla, yüzlerce yol açabiliyoruz. Bundan dolayı kendimizi öldürmek, yaşamın yükünü atabilecek bir sığınak olmadığı gibi yürekli ve cesurca sayılabilecek eylem de değildir.
*****
Haydar Uzunyayla