Mehmet Akkaya
Yüksek sesli bir ifadeyi başlık yaptığım bu yazıda Dersimli bir yazardan ve yazdıklarından söz edeceğim. Malatya programında tanıştık kendisiyle. İki kitabını imzaladı bana. Özlem Armen’den söz ediyorum. Birlikte katıldığımız bir programda kısa ama etkili bir konuşma yaptı Armen. Tanışma sırasında bana imzaladığı iki kitabından birinin adı Duvar Yazıları’ydı (Mara Mayıncılık, 2017). Sonradan kitabına da baktım. Kitabı da konuşması gibi cesaretli ve radikal. Bu yüzden de yalnızca duvar yazıları demek yetmeyeceği için “devrimci” sıfatını da kullanıyorum.
Okumak yerine “bakmak” diyorum. Çünkü kitap, ele aldığı konular bakımından çok kısa metinlerden oluşmuş. Kısa olduğu için de felsefi-ideolojik derinlik de söz konusu değil. Öte yandan dinamik sorunlar ele alınmış kitapta. Kadın sorunu, Kürt meselesi, Kızılbaş inancı ve devrimci mücadeleye dair yazılar var eserde. Yazarın kitap serüveni için girişte yaptığı şu açıklama yazarı anlamamıza imkan verebilir: “Benim için yazı yazmak, yazmayı sürdürmek ve paylaşmak internetle başladı. Kendi adıma açtığım Facebook hesabım üzerinden günlük gazete haberleri, çok farklı yazı ve yorumları, çeşitli bilgi türlerini okuyabiliyordum.” (S. 7).
Dersimli diyorum Armen için, çünkü metinlerin konularına ve içeriğine bakıldığında dünyaya Dersim penceresinden bakan bir yazar ile karşılaşıyoruz. Bu türden yazar ve kitaplar için “düşünceyi, estetiği yalında arayan yazarlar” ifadesini kullanıyorum. Uzun anlatımlara girmeden, sözünü kısa ama çarpıcı bir kaç cümleyle ifade edebiliyor. Bu tür yazar dostların, güncel olana yoğunlaştıkları, bunun yanında evrenselden çok yerele yöneldikleri hemen fark ediliyor. Yerel-evrensel diyalektiği kurulmadığında nispeten kısa düşünce öbekleri ve düşünsel metinler ortaya çıkıyor. Benzer sorunu Armen’in kitabında da görüyoruz. Güncellik çok belirleyici olduğu için metinler, konuya ilişkin kaynak kitaplarla beslenmiyor. Bu yüzden yazı ve kitaplar sığ ve kuru bir tarzda tesis ediliyor.
Duvar Yazıları, okuru ülkemizin gerçeklerine, hatta kanayan yaralarıyla yüzleşmeyi hedeflemek üzere yazılmış izlenimi veriyor. Kürt sorununu, yaşayarak yazan biri olduğu anlaşılıyor Armen’in. Bu yüzden de belki, ciltlerle yazılacak konuyu bir çırpıda veriyor. Somut örnekler, yaşanmışlıklar yalın bir dille ifade ediliyor. Bana öyle geliyor ki, kitabi kültürle değil genel kültürle yazılmış bir kitap. Ben daha çok ikisinin senteziyle yazılmış metinleri önemsiyorum.
Yazıların mantığına bakıldığında küçük burjuva devrimcilerinin burun büktüğü ulusal-Kürt sorunu gibi bir hadiseye devrimci bir bakış atıyor. Yine kitaptaki yazılara bakılırsa buradaki isabetin de İbrahim Kaypakkaya düşüncesinden kaynaklandığını anlamak zor olmuyor. Bununla birlikte yazarda, kapsamlı bir ulusal sorun düşüncesi ve analizi bulmak mümkün değil. Belki de kısa yazmanın sakıncalı tarafıdır burası. Diğer temalarda olduğu gibi Kürt sorununda da radikal bir tavır ve dil söz konusu kitapta. Resmi ideoloji eleştirisi yapıldığını görüyoruz. Dersim, Halepçe ve Roboski örnekleri anılmış birkaç yazı içinde. Armen’e göre “Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar bu sistem Kürtleri katlediyor, bundandır ki Kürtler kendi katillerini (artık) iyi tanıyorlar.” (63).
Dersim katliamı üzerine yazılanlar, söylemeye bile lüzum yok ki, çoğumuzun benimseyeceği türden yazılardan oluşuyor. Kendi biyografisini de Dersim katliamı üzerinden yazmış Armen. Bunun yanında Armen’in, kadın konusunda da devrimci bir çizgide yer aldığı besbelli. Bilhassa burjuva-feminist görüşlerin gelişerek sınıf mücadelesini işgal ettiği son yıllarda, emekçi kadın mücadelesine bağlanması, üzerinde duracağımız kadar önemlidir. Zira Armen’e göre “kadınlar örgütlenip savaştıkça özgürleşir” (S. 9). Burada konunun evrensel bir boyut kazandığı Rosa Lüksemburg’tan yapılan alıntıdan da anlaşılıyor: “Hareket etmeyen zincirlerini fark edemez”. (S. 37).
Rosa Lüksemburg’u Mirabel kardeşler ve Ezidi kadınların dram ve mücadelesi izliyor. Buradan kendi kadın değerlerimiz yönünde bir yol haritası görüyoruz. Bu haritada Barbara Anna Kistler’i, Kutsiye Bozoklar ve Sibel Özbudun gibi devrimci-Marksist kadın tipiyle buluşuyoruz. Bu yönlü bir eğilim militan bir yazar ortaya çıkarmış gibi görünüyor. Sosyal ve siyasal analizler de yapan Armen, şu dikkat çekici açıklamalarda bulunmuş: “Sokağı örgütlemeyen hiç bir örgüt, partinin geleceği yoktur bu dünyamızda. Bugünden başlayarak sokak örgütlenmesinin alt yapısını hazırlamayanlar önümüzdeki dönem kaybedeceklerdir. Militan ruhların öne çıkması gereken bir dönem önümüzde durmaktadır” (S. 98).
Armen, yazarken aktüel sorunlardan hareket ettiği için konular nispeten genişlemiş. Adalet sorunundan, hukuktan, göçmenlik sorununa dek pek çok konuda yazılar yer alıyor. Bu da aslında köklü sorunları olan bir toplumda yaşadığımızı gösteriyor. Bu boyut kitaba belli bir değer katsa ve yazarın duyarlılığını gösterse de eklektik (dağınık da diyebiliriz) bir kitap görüntüsü veriyor. Konu geniştir diyoruz, zira akıllılar, deliler, özgürler, tutsaklar, hapishaneler, aydınlar, soykırımlar daha birçok kişi, tema ve tabaka kitapta kendine yer buluyor. Oysa her metin ve kitap belli bir bütünlüğe tekabül eder.
Armen, söylediğine göre daha evvel bu yazıları sosyal medyada yayınlamış. Sosyal medyanın büyük bir olanak olduğu doğrudur ama hızlılık çok önemli bir problem. Hızlı, güncele göre yazma, çoğu yazarı acele yazmaya iter yazarı, yazarları. Acelecilik doğalında acemilik getirir. Bu acelecilikten sakınmak bence her yazarın özen göstermesi gereken bir konudur.
Armen, Duvar Yazıları yanında ikinci bir kitabını daha imzaladı bana: Renkli Kalemler (Mara Yayınları, 2009). Kitapta ülkemizin önemli düşün ve sanat insanlarıyla yapılmış söyleşiler yer alıyor. Figen Yüksekdağ, Canan Badem, Alper Taş bunlardan bazıları. Armen’in durduğu politik pozisyonu anlamak için kitabın başındaki şu açıklama öğretici olabilir:
“Özlem Armen 1978’de Dersim merkeze bağlı Gürbüzler köyünde doğdu. Öğrenimini doğup büyüdüğü köyde yaptı. 1937-38’de Dersim halkına yaşatılan kırımları, zulümleri ve katliamları, aile büyüklerinden dinleyerek büyüdü. Yazma merakı okul yıllarında uç verdi. Toplumsal sorunlara ve tarihe ilgisi okuduğu yıllarda başladı. Yazma içinde her yöne dallarını uzatan ağaç misali bilgisini çeşitlendirdi, geliştirdi. İçinde bulunduğu kuşatıcı şartlara isyan ederek çeşitli arayışlara girdi ve yazma eylemini keşfetti; mini mini yazılar yazmaya koyuldu.”
Renkli Kalemler adlı kitabı bu şekilde ve kısaca anmakla yetiniyorum. Umarım bir başka zaman onun içeriğine ilişkin de bir kaç noktada kanaatimi yazarım. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, söyleşi kitapları, tarafları zenginleştirme özelliği taşır. Armen’in de bu soru-cevap tartışmalarından gerekli verimi aldığını varsayabiliriz.