BABA PARA YOK
NECATİ AÇIKGÖZ
…
Şehrin caddeleri olabildiğince ıssız. Ne bir ses var etrafta, ne de gözle görülebilen kalabalıklar.
Ana cadde yol güzergahı boyunca belli aralıklarla sıralanmış çöp bidonları, sahipsiz kedi ve köpekler arasında sanırsınız taksim edilmişte, her birisi sıra nöbetlerini vukuatsız tutabilme cidiyetinde beklemekteler bidonların başında. Sabahın erken bir saati, hava buz gibi soğuk. Kapılarını açmak için gelen esnafın, dükkan kepenklerinin sesleri yankılanıyor ara, sıra. Kepenklerin yukarıya rulo halinde sarılırken çıkartmış oldukları gürültüler; bu sessiz ortamın ambiyansıyla daha ağır bir tonda tırmalamakta kulakları.
Bankalar caddesine döner dönmez hemen köşe başında yer alan pastanenin kapısından dalıyorum içeriye ve oturuyorum masa başındaki kırmızı pandizot muşambalı metal sandalyeye. Belli ki, yeni açmışlar iş yerini.
Düzenlemesi eksik kalmış olan masa ve sandalyeleri, cadde üzerine yerleştirmekle meşguller.
– Günaydın, hoşgeldiniz efendim.
Zarif, güler yüzlü, esmer, orta boylu genç bir hanımefendi.
– Günaydın, sağ olun. Görüyorum ki, henüz açmaktasınız işyerinizi. Çayınız olmuş mudur aceba?
– Elbette… ocakçımız erken gelir çayı demler, börekleri hazırlar.
Bize ise, gelen müşterilerimize hizmetimizi sunmak kalır.
– Oh ne güzel, sağolunuz.
Patatesli böreğiniz ya da su böreğiniz var mı aceba?
– Olmaz mı efendim, elbette var.
-İyi o halde, küçük bir dilim
su böreği; porsiyonun yarısı olsun.
Bir adet de patatesli börek lütfen.
– İçmek için ne arzu ederdiniz?
– Çay, küçük çay bardağında.
– Tabi efendim, hemen getiriyorum
– Teşekkür ederim, sağolun.
Sabah kahvaltısını- miktarı az da olsa – yapmayı ihmal etmem. Ne bileyim! Kahvaltı yapmadığım zamanlar için aklımda hep yeni bir araba almışım da, aldığım arabanın deposu boş ve bu arabanın boş depo ile yürümeyeceği hissi uyanır beynimde. Ben de bu olumsuz duyguyu yaşamamak adına, kahvaltımı özellikle ihmal etmemeyi yeğlerim.
-Merhabalar Nusret bey, nasılsınız?
-Hoş geldiniz Faruk Bey, sağolun iyiyiz. Ne zaman geldiniz?
– Bu sabah…
-Hoş geldiniz.
-Üşümüşsünüzdür, ben çabucak iki çay alıp geliyorum.
-Zahmet etmeseydiniz.
– Ne zahmeti, hemen geliyorum.
Hızlı adımlarla çıktı dışarıya. Büro içerisisinde, zeminde küçücük bir elektrik ocağı ortamı ısıtmaya çalışıyor. Termometre ısı göstergesi Ankara da olduğu oranda eksilerde olmasa da, sanki buradaki soğuğun etkisi daha fazla hissediliyor gibi geldi bana.
– Buyurun çayınızı Faruk Bey
– Zahmet oldu, çok teşekkür ederim.
Çaylar yudumlanırken, bir yandan da konuya ilişkin mevzular hakkında bilgi alış verişinde bulunuyoruz.
– Tripleks bir yapı, gidip göreceğiz… tam da istediğiniz gibi!
– Haydi beklemeyelim o halde.
Atladık arabaya çevre yoluna yakın bir yer. Etrafta tek tük müstakil yapılar var. Evet haksız sayılmaz Nusret bey, isteğime uygun tarzda bir yapı. Zemin girişte wc. salon ve salona açık mutfak. Birinci katta iki oda banyo wc. Teras katta bir oda ve wc banyo.
Henüz armatürler yer karoları eviye, lavabo ve tuvalet taşları yapılmamış durumda çıplak inşaat.
Nusret beyciğim yeri, konumu ve projesi ile güzel bir yapı. Fiatını öğrenmeden önce bir kaç sorum olacak aydınlatırsanız memnun olurum.
– Buyurun sizi dinliyorum.
Arsanın tapu, aplikasyon planı ve inşat ruhsatı gibi belgelerin kopyaları elinizde var mıdır, yoksa şayet isteyince ulaşabilir miyiz?
– Sizin bu saydıklarınızın hiçbirisi de bizde yok. Bu güne kadar da bizden bunları talep eden bir alıcı çıkmadı.
– Peki ben, neye güvenerek sizinle pazarlık masasına oturacağım?
Her ne ise, şimdilik bunları geçtim. İstenilen fiatı öğrenebilir miyim?
– Dört milyar istiyor.
-Bu fiat beni zorlar biliyorsunuz.
– Burası hisseli, satıcı bir an önce elinden çıkartmak istiyor fiatta iskonto yaparım demişti.
– Ben sizi anlamıyorum Nusret Bey! Siz, beni anlıyor musunuz?
Bu gibi durumları, ben daha buraya gelmeden bana anlatmanız gerekmez miydi?
– Doğru…haklısınız…akıl edemedim!
-Var mı elinizde başka satılık yerler?
-Akbük’ü bilir misiniz? Hiç gittiğiniz oldu mu o taraflara?
-Hayır hiç gitmedim.
-Sizinle Akbük’e gidelim, orada bir adet dubleks var, site içerisinde.
İyi o halde, haydi bakalım; bir gidip görelim orasını da.
Umarım son gördüğümüz yer gibi burası da problemli değil dir.
Şehirden uzaklaştık, Akbük yolunda ilerliyoruz. Akbükle aramızdaki mesafe kısaldıkça karşımda görmüş olduğum manzara; benim son dönemimde burada yaşayabileceğim sonsuz bir huzurun habercisi gibi geldi. Karşımda yemyeşil bir örtü ile kaplı dağ silsilesi. Hemen eteğinde masmavi bir koy, daha ne isteyebilirim ki! Tablo…tablo dedim
gayri ihtiyari sessiz bir tonda.
-Bir şey mi dediniz Faruk bey?
-Yok bir şey, size söylemedim.
Kafama yatarsa şayet burasını kaçırmak istemem alırım. Diye geçirdim aklımdan.
Haydi hayırlısı bakalım