NÂZIM HİKMETİN ŞİİRLERİNDE SÖZ SANATLARININ KULLANIMI: 1
Hay aksi lânet, fena bastırdı kış …/ Sen ve namuslu İstanbul’um ne haldesiniz kim bilir?/ Kömürün var mı?/ Odun alabildin mi?/ Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır. / Gece erkenden yatağa gir./ Evde de satılacak bir şey kalmamıştır./ Yarı aç, yarı tok üşümek:/ dünyada, memleketimizde ve şehrimizde/ bu işte de çoğunluk bizde…
Nâzım Hikmet hakkında bir yazı yazmak aklımda yoktu. Şiirlerini karıştırırken şairin hapishaneden karısına yazdığı bu şiiri uzun bir aradan sonra, tekrar okudum ve ilk okuduğumda olduğu gibi yine yüreğim burkuldu, içim acıdı. Bir zamanlar düşünen kafaların- ve ailelerinin- bir hiç uğruna ne çilelere katlanmak zorunda kaldıklarını düşündüm:
Bizi esir ettiler, / bizi hapse attılar: / beni duvarların içinde, / seni duvarların dışında.
Geçen ay bu sayfada” Hapishanelere Güneş Doğmuyor -yahut- Düşünüyorum Öyleyse Vurun” başlıklı bir yazım yayınlanmıştı, okumuşsunuzdur. (Gerçi rengarenk olmayan veya bir polemik başlatmayan yazıların pek okuyucusu olmuyor ya!) Nâzım Hikmet’in, Kemal Tahir’in, Orhan Kemal’in Sabahattin Ali’nin, Ahmet Arif’in, Necip Fazıl’ın, Nihal Atsız’ın, O. Yüksel Serdengeçti’nin… düşünce suçlularının -düşünce suçu ne demekse- uğradıkları anlamsız muameleyi şiirlerden örneklerle ele almıştım:
Ufak iş bizimkisi. / Asıl en kötüsü: / bilerek, bilmeyerek / hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması.. / İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, / namuslu, çalışkan, iyi insanlar / ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık.
Nâzım Hikmet hakkında ne yazabilirdim? Nâzım Hikmet kimdi benim için? Birtakım ön yargılarla uzun süre okumamak için direndiğim, okumaya başladıktan sonra hepsini olmasa da pek çok şiirini severek okuduğum bir şair. İdeolojik düşüncelerine katılmadığım ancak bugün için, övgü olsun yergi olsun, onun ideolojik yönünü ön plana çıkararak değerlendiren yazıların anlamsız olduğuna, bu tür yazıların şaire haksızlık yaptığına, şairlik yönünü gölgelediğine inandığım bir sanatçı. Türk şiirinin gelişmesinde önemli bir yeri olan, pek çok büyük şairin önünü açan yenilikçi bir şair. Bir memleket sevdalısı olduğunu şiirlilerinden kolayca anlayabileceğiniz yerli ve milli bir sanatçı.
“Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar” kitabım için malzeme toplarken Toplumcu Gerçekçi şairleri ayrıntılı olarak okumuştum. Bu nedenle Nâzım Hikmet hakkında ne yazabilirim, diye düşünmem gerek kalmadı. Elimde kitabımda yer verdiklerimin dışında da yeterli malzeme olduğuna göre Nâzım Hikmet’in edebi sanatlarla ilişkisini kaleme alabilirdim. Üstelik hakkında yazılan yazılarda Nâzım Hikmet’in bu özelliği üzerinde, bir iki yazı olmakla birlikte, yeterince durulmamıştı.
Toplumcu gerçekçiliğin edebiyatımızdaki öncüsü Nâzım Hikmet’tir. Toplumcu Gerçekçi şiirin- dolayısıyla Nâzım Hikmet’in şiirlerinin- genel özelliklerini ayrıntıya girmeden birkaç başlık halinde özetleyelim:
Toplumcu gerçekçi şiir, ideolojik içerikli bir şiirdir. Ölçü, kafiye, nazım şekli gibi yerleşmiş şiir kalıplarına karşı çıkar. Sanatın her türlü dinsel ve töresel bağlardan kurtarılması gerektiğini savunur. Şair ya da yazar, emekçi sınıfın haklarını savunur, ezen- ezilen çatışmasını işler. Dilde de seçkinciliğe karşıdır. Halk dilini kullanır. Toplumcu şiirden yana olanlar, duygu ve hayal gücünün yalın anlatımı bozacağına inanırlar. Duyguyu, lirizmi şiiri çürüten gereksiz bir süs gibi görürler.
Cumhuriyet sonrası Türk şiirinde asıl yenilik Nâzım Hikmet’le başlar. O, Garipçiler’den çok önce lirizme (şairaneliğe) karşı çıkar. Nâzım Hikmet, şiirden ölçü, uyak, nazım biçimi gibi bağları atarak serbest şiir akımının başlatan sanatçıdır. Şiirde dize yapısını bozar, basamaklı dizeler oluşturur, Bazen bir kelimeyi iki dizeye böler. Biçimsel yenilikler dener. Ama gelenekten de tümüyle kopmaz. Biçimi öze uydurmaya, özü bir kat daha belirgin kılmaya çalışır. Modern şiirde Halk şiirinden ve Divan şiirinden nasıl yararlanılabileceğinin örneklerini verir.
Bu yazımızda Nâzım Hikmet’in şiirlerinden hakkında yazılan onlarca kitap ve makalede pek üzerinde durulmayan bir özelliğine, söz sanatlarını kullanmadaki başarısına, örnekler bulmaya çalışacağız. Örneklerde de göreceğiniz gibi Nâzım, şiirde sözü süslemeyi seven bir şair değildir. Onun için şiirde önemli olan okuyucuya vermek istediği mesajdır. Tümüyle sade, anlaşılır bir Türkçe, genelde de yalın bir dil kullanır. Süse ve gösterişe kaçmaz. O da Mehmet Akif gibi “Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek” diyenlerdendir. “Düşmanıyım asaletin/ Kelimelerde bile.” sözü ünlüdür. Sözcüklerin anlamlarıyla oynamayı sevmez. Cinas, tevriye, hüsn-i talil, gibi söz ve anlam oyunlarıyla yapılan edebi sanatlara iltifat etmez. Buna rağmen Nâzım Hikmet’in edebi sanatları tümüyle dışladığı da söylenemez. Şiirde yalınlığı benimsemiş olmakla beraber sözün etkisini artırmak amacıyla bazı edebi sanatları yoğun bir biçimde kullanmaktan da geri durmaz. Gerçekçidir, mübalağa sanatını sevmediği düşünülebilir ancak öyle değildir. Mübalağalar yapmaktan çekinmez. Sözcüklerin mecaz anlamlarından yararlanmaya karşı değildir. Benzetme, istiare ve kişileştirme en sevdiği sanatlardır. Hicivlerinde tariz ve kinaye yapar. Şarkı ve türkü sözlerinden, başka şairlere ait dizelerden alıntılar yaparak iktibas sanatından yararlanır. Nida, istifham, tekrir sanatlarını kullanarak şiirin anlam etkisini artırmayı amaçlar. Bu söz sanatları onun için bir amaç değildir. Çünkü ona göre asıl önemli olan “öz”dür.
Bu giriş cümlelerinden sonra örneklere geçebiliriz:
Aşağıdaki örnekte ikinci ve üçüncü dizelerde yapılan sanat mecazı mürseldir. Kar üstüne düşen baş değil gölgedir. Bu dizelerde tekrir, aliterasyon, kat’ ve teşbih örneği bulmak da mümkündür:
Lambayı yakma, bırak, / sarı bir insan başı/ düşmesin pencereden kara./ Kar yağıyor/ karanlıklara./ Kar yağıyor/ ve ben hatırlıyorum./ Kar…/ Üflenen bir mum gibi söndü/ koskocaman ışıklar…
Tenasüp, şiirde anlamca ilgili kelimeleri bir arada kullanma sanatıdır. Basit bir sanattır. Bir şiirde anlam bütünlüğü aranacağına göre hemen her şiirde tenasüblü sözler bulmak mümkündür. Aşağıdaki dizelerde tenasübden çok, ”gülüm“ sözündeki açık istiare ile devamında bir dizi kişileştirme dikkati çeker (Her kişileştirme aynı zamanda bir kapalı istiaredir.):
uyandın gülüm/ iskemleler uyandı/ köşeden köşeye koşuştular/ masa da öyle/ doğrulup oturdu kilim/ nakışları açıldı katmer katmer/ ayna seher vakti gölü gibi uyandı/ açtı kocaman mavi gözlerini pencereler/ uyandı balkon/ toparladı bacaklarını boşluktan/ tüttü karşı damda bacalar/ kaldırımlar akasyalar ötüştü/ bulut uyandı
(“kaldırımlar akasyalar ötüştü” dizesinde ötüşen kaldırımlardaki, ağaçlardaki kuşlardır. Yani mecazı Mürsel yapılmış. Doğadaki canlanma sevgilin uyanmasına bağlanmış yani hüsn-i tallil yapılmış)
Bir dizenin sonundaki bir kelimeyi sonraki dizenin başında tekrarlama sanatına iade deniyor:
Altı yıldır sürülmedi bu tarla, / duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri. / Tank paletlerinin izleri/ kapanır bu kış karla.
(İlk dizeden savaşın altı yıl sürdüğünü anlıyoruz. Bu, sebep sonuç ilgisiyle kurulan bir mecazı mürseldir. Son iki dizede savaşın acılarının biteceği vurgulanarak kinaye yapılıyor)
Sebebi ne/ Seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın/ Diz çöküp bakarım ellerine/ Ellerine dokunmak isterim
(İkinci dizede teşbih yapılmış, “ellerine” sözcüğüyle yapılan sanat iade)
İcaz, şiirde atasözü değerinde özlü ve derin anlamlı, veciz sözler yakalama sanatıdır. Nâzım’da bu tür özlü sözler içeren dizeler pek çoktur:
Yürekli bir kadının başı, yüreksiz bir erkeğin omzuna ağır gelir!/
İnsanların kanatları yok, insanların kanatları yüreklerinde/
Arkadaşlık ağaca benzer, kurudu mu bir daha yeşermez./
İnsan birisiyle yaşlanmalı, birisi yüzünden değil!/
Sen yanmasan, ben yanmasam, / biz yanmasak / nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.
(‘Yanmak’ sözü kinayeli, son dizede tezat)
Şiirde başkalarına ait sözleri, dizeleri malzeme olarak kullanma sanatına iktibas demiştik:
– Ruhum, / “havâda yaprağa döndürdü rûzigâr beni.” / Muallim Naci merhum… / Bu hâyı huy / bu hâyı huy neden? / Ve insanlar neden dolayı / şu tabakta yatan uskumru gibi mahzun?
(Son dizede teşbih yapılmış)
belki lüzumundan fazla kısa / belki lüzumundan fazla uzun… / Bir tek daha içelim… / “Ağlamaktan, yine zehroldu şarabım bu gece…”/
(Bir şarkı)
“Deeeert/ çok,/ hemdert/ yok”/ Yürek-/ -lerin/ kulak-/ -ları/ sağır…/ Hava kurşun gibi ağır…
(Fuzuli’den alıntı)
Benzetmenin iki temel ögesinden, benzeyen ve kendisine benzetilen yalnızca birini kullanarak diğerini okuyucunun anlayışına bırakma sanatına istiare diyoruz. İstiare Nâzım Hikmet’in en sık kullandığı söz sanatlarından biridir:
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak/ Ve ipek bir halıya benzeyen toprak, / Bu cehennem, bu cennet bizim.
(Anadolu)+cennet ve cehennem istiare, ikinci dizede teşbih, son dizede tezat.
güldün,/ güller açıldı penceremin demirlerinde/ ağladın,/ avuçlarıma döküldü inciler
(Gözyaşı)+inci, istiare
(İkinci dizede mübalağa, pencerenin önündeki saksılar düşünüldüğünde hüsn-i talil)
Yedi tepeli şehrimde/ bıraktım gonca gülümü./ Ne ölümden korkmak ayıp,/ ne de düşünmek ölümü.
(Sevgili) +gonca gül, istiare
(Yedi tepeli şehir: İstanbul-mecaz-ı mürsel)
Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim/ Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.
Ömür+ (su, şarap), kapalı istiare
Bu bir türkü:/ toprak çanaklarda/ güneşi içenlerin türküsü!
Güneş+(su), istiare, son dizede mübalağa
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider! / Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder. / Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Keder+ (rüzgar), istiare, aydınlık ufuklar: kinaye
Şu dizeler tecahüli arif (bilip de bilmezlikten gelme) sanatına güzel bir örnektir. Tecahül-i arif genelde istifham (soru sorma) sanatıyla birlikte kullanılır. Son dize de de bir tezat vardır. Anlamca ilgili kelimeler tenasüblüdür:
Oturmuşum cumbaya/ yüzüme suların ışığı düşüyor/ bir ırmak kıyısında mıyım/ bir deniz kıyısında mı?/ O tepsideki ne/ o güllü tepsideki/ yer çileği mi karadut mu?/ Fulya tarlasında mıyım/ karlı kayın ormanın da mı?/ Gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar
Yine iki güzel tecahüli arif örneği:
Kahrederek uyandım. / Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer. / Düşünüyorum:/ yoksa senin sesin miydi bütün o sesler?
Memleket mi yıldızlar mı/ gençliğim mi daha uzak? / Kayınların arasında/ bir pencere, sarı sıcak…
Mecazı Mürsel sözcükler arasında parça-bütün, sebep-sonuç, durum-yer … gibi ilişkiler kurma sanatıdır. Birkaç mecazı mürsel örneği verelim:
Ve benim birdenbire yüzünü değil, / gözünü değil, / sesini göresim geldi.
Ah, gözümün nuru, gözümün nuru, / yine yalan söylüyor antenler
(Antenler: radyo)
Dağlarda tek/ tek/ ateşler yanıyordu./ Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahlar ki/ şayak kalpaklı adam/ nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden/ güzel, rahat günlere inanıyordu
(şayak kalpaklı adam: Atatürk)
İstanbul’da, Tevkifane avlusunda, / güneşli bir kış günü, yağmurdan sonra, / bulutlar, kırmızı kiremitler, duvarlar ve benim yüzüm/ yerde, su birikimlerinde kımıldanırken,
Bu örnekte yerde su birikintilerinde olan yüz değil yüzün sudaki yansımasıdır. Bu bir mecazı mürseldir. Ayrıca altı çizili sözlerde bir kinaye ve sihr-i helal olduğu düşünülebilir.
Seydi Fakıllı köyünde kadınlar su çeker gayya kuyusundan / Uyan Anadolu’m uyan ölüm uykusundan
Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul’dan gelen zevat. / Sivas, mandayı kabul etmedi fakat,
(Kinaye bir söz öbeğinin hem gerçek hem mecaz anlamını düşündürecek biçimde kullanılmasıdır ancak kinayede mecaz anlam kastedilir. Altı çizili sözlerde kinaye, “Sivas” ve “Anadolu” sözcüklerinde mecazı Mürsel yapılmış.)
ben içeri düştüğümden beri / güneşin etrafında on kere döndü dünya
(Bu dizlerde zaman ilgisiyle bir mecazı Mürsel yapılmış, şair “On yıl hapis yattım.” diyor.)
Dizelerdeki sözcüklerin yerini değiştirerek yeni bir dize oluşturma sanatına akis deniyor. Gerek Divan şiirinde gerekse modern şiirimizde çok az kullanılan akis sanatına bir örnek:
Burda insan, toprak gibi, güneş gibi, deniz gibi bereketli;/ Burda insan gibi verimli deniz, güneş ve toprak
Sözü yarım bırakma, devamını okuyucunun düş gücüyle tamamlamasını isteme sanatına kat’ deniyor:
Ben…/ Ne Hamlet, ne de Verter…!!!/ Neyse, geç…/ İşi anlatayım,/ tıraş yeter…
Nal sesleri sönüyor perde perde,/ atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!/ Atlılar atlılar kızıl atlılar,/ atları rüzgâr kanatlılar!/ Atları rüzgâr kanat…/ Atları rüzgâr…/ Atları…/ At…
(Şairin dizelerden kelime eksiltme yoluyla yaptığı bu sanata tedric (derecelendirme) demekte bir sakınca yoktur.)
Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır./ Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda./ Yürek kirpiklerin ucunda/ uzayıp giden toprak uğurlanır./
Bu dizelerde de yürek gözyaşına benzetilerek kapalı istiare yapılmış. Yürek duyguların merkezi olduğuna göre bu aynı zamanda bir mecazı mürseldir.
Aşağıdaki dizelerde teşbih ve tezat örnekler var:
azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum, / sonra bir de bakıyorsun ki / ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
Bir tekrir örneği:
En güzel deniz: / henüz gidilmemiş olanıdır. / En güzel çocuk: / henüz büyümedi. / En güzel günlerimiz: / henüz yaşamadıklarımız. / Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: / henüz söylememiş olduğum sözdür..
Elimizdeki örnekler sayıca çok fazla ve çok güzel. Silmeye kıyamadım. İzninizle bu konuda ikinci bir yazıyla notlarımda yer alan örnekleri değerlendirmek istiyorum.
(Kaynak: Recai Kapusuzoğlu, Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar, Ötüken Neşriyat, 2022)
RECAİ KAPUSUZOĞLU