Bugün niyetim, Galata’daki Yahudi kültürü üzerine bir tur yapmak.
Galata kulesinin hemen altındaki
Ceneviz kahvesine oturup, bir kahve söylüyorum önce.
Sabahın çok erken saatleri olduğu için ortalık gayet sakin.
Bazen, söylenenin aksine, aslında insanların bu şehri nasıl da yorduğunu düşünüyorum. Şehrin kokusunu içime çekerek kahvemi yudumluyorum.
Dünyanın en kadim şehri İstanbul ‘un tam göbeğindeyim.
Tüm medeniyetlerin gelip geçtiği, nice kültürlerin yaşandığı,mimarisinden, mutfağına, yaşam şeklinden, konuşulan dillere kadar muhteşem bir şehrin tam ortasındayım. Tüm gizleri içinde saklayan sihirli kulenin altında şehrin fısıltılarını dinliyorum. Bu kadim şehirde, Romalılar, Rumlar, Sefaradlar, Aşkenazlar, Ermeniler, Süryaniler, Arnavutlar, Boşnaklar, Gürcüler, Çerkezler yaşadılar. Tüm bu kültürler, İstanbul’u İstanbul yapan ortak zenginlikti aslında. Yavaş, yavaş yürümeye başlıyorum. Galata ‘nın aşağı tarafı tamamıyla bir Yahudi mahallesiymiş bir zamanlar. 1492 yılında İspanya’ dan gelen Sefarad Yahudileri buraya yerleşmiş. Muhteşem bir mimari var. Üzerinde şapkalı kadın heykellerinin, meleklerin olduğu,ve hala asil bir kadın gibi dimdik ayakta duran, ince bir zevkin ürünü şahane apartmanlar.Yapım yılı 1880’li yıllara dayanan binalar hala bütün zarafetiyle ayaktalar. Ne dürüst bir müteahhitlik diye içimden geçirmiyor değilim. Ne zaman kaybettik bu görsel zevkimizi diye düşünüyorum. içim sızlayarak ara sokaklara giriyorum. İlk durağım Terziler Sinagoğu… Avusturya Sen Jorj Hastanesinin arkasında. Aşkenaz cemaati (doğu Avrupa’dan Osmanlı ‘ya gelen Yahudiler) için kurulan bir kilise. Küçücük, cadde arasında ama içine girince bambaşka bir dünyanın penceresi açılıyor sanki. İşte İstanbul’ un gizemi bu galiba… Sonra Neve Şalom Sinagoğu’na giriyorum.Barış vadisi anlamına geliyor ismi ama ne yazık ki barış bir türlü olmuyor bu ülkede. İçinde mutlaka gezilmesi gereken bir Yahudi tarihi müzesi var. Ve Kırım kilisesi… Yine muhteşem bir mimari. Ummadığınız bir sokağın altında size tüm asaletiyle gülümsüyor. Muhteşem binaları seyrederek, Zürafa sokağa giriyorum. Matild Manukyan’ı abat eden sokak. Sonra Galata Şarap iskelesi sokağı tabelasını görüyorum. Karaköy o zamanlar çok zengin bir liman şehriydi ve gemilerle gelen tüm mallar için sokak isimleri vardı. Yalnızca Kamondo Apartmanı değil, İstanbul ‘daki bir çok tarihi yapıyı, görkemli binayı ve hatta Kamondo merdivenleri gibi zarif eseri yaptırmış bir Sefarad aile olan Kamondo ailesinin hikayesi ne yazık ki çok trajik. İstanbul’ u, Osmanlı’nın çöküş yıllarında terk ederek, Paris’ e yerleşen ailenin tüm fertleri, 2.Dünya savaşında Auschwitz’e yollanarak can vermiş… St. Pierre kilisesi. Her sabah İtalyanca ayin düzenleniyormuş. Sanki bir zaman tünelinin içinde gibiyim. Tütsü kokuları, yanan mumlar, freskler ve bin yıllık bir gelenek… Büyüleyici bir ortam. St. Pierre Han… Tarihi 1730’lara dayanan büyük han şimdi İstanbul Belediyesi tarafından restore ediliyor. Böylesine köklü bir tarihe sahip şehirde, bu muhteşem yapıların, yıllarca kendi kaderine terk edilmesi ne hüzünlü. Bir taraftan içim acırken, diğer taraftan da böylesine köklü bir kültürün içinde olmaktan duyduğum hazla yürümeye devam ediyorum. Gözümün önüne köfteci Mösyö Moiz, Avram kardeşler, Belifante pastanesi, berber Mösyö Cibili, börekçi Mösyö Aruh, mezeci Yomtov, Aşer Levi şarap evi geliyor. Bu isimler, kayıtlardan okuduğum Galata esnafı. O şık kadınlar, o şık beyler geliyor gözümün önüne. Niye gittiniz ki diye geçiriyorum içimden… Bu hüzünlü turun ardından, Tünel ‘de bir şarapevine giriyorum. “Aşer Levi’ nin şarap evi mi?” diye soruyorum… Garson şaşkın, şaşkın yüzüme bakıyor. Ben de gülerek, “Olsun, sen bir kadeh kırmızı şarap ver” diyorum… Tüm gidenlerin ruhuna, bıraktıkları izlere teşekkür ederek şarabımı yudumluyorum…Ebru BOZCUK Aralık 2021 Galata/İstanbul #galatayahudileri #kadimşehiristanbul